İkinci stüdyo albümü Vouves ile solo kariyerinde ilerlemeye devam eden Tolga Şanlı ile keyifli bir röportaj yaptık!
2018 yılında yayınladığı ilk EP’si Manzinga’yla solo kariyerini başlatan Tolga Şanlı’nın yeni albümü Vouves 14 Mart’ta dijital platformlarda yerini aldı. Epik ve lirik aurasıyla, rock-caz sounduyla kendi büyüleyici evrenini yaratmış olan Tolga Şanlı’nın Vouves ile bu evreni biraz daha genişlettiğini ve yolunda sağlam adımlarla ilerlediğini söyleyebiliriz. İlk dinlediğimiz andan beri bizi de etkisi altına alan albümün üzerine sorularımıza kendisine yönelttik. Tolga Şanlı ile müzikal geçmişinden Vouves’e, müzikal evrenini besleyen kaynaklarından karantina sürecine birçok konu hakkında konuştuk. Sözü daha fazla uzatmadan sizleri bu güzel röportajla baş başa bırakıyoruz. Keyifli okumalar!
Merhaba Tolga, nasılsın?
İyiyim, sen nasılsın?
Ben de iyiyim, teşekkür ederim. Öncelikle seni biraz tanıyabilir miyiz? İlk EP’ne kadar olan müzikal geçmişinden söz eder misin?
Benim babam, Zafer Şanlı, bas gitarist, bu yüzden çok küçük yaştan beri müzikle iç içeyim zaten. Güzel sanatlar lisesinde müzik bölümünde okudum. Lisede yarışmalara katılmıştım, Vodafone Liseler Arası Müzik Yarışması’nda lisemizle ödüller aldık, Maltepe Üniversitesi’nin yarışmalarında ödüller aldım. 2012 yılında Berklee Müzik Okulu’nun 5 haftalık yaz okuluna katılmıştım. Sonra da Yıldız Teknik Üniversitesi Caz Gitar Bölümü’ne girdim; eğitim hayatım böyle geçti. Bir yandan da eşlik müzisyenliği yapıyordum, o sayede ünlü şarkıcılarla çalışma fırsatım oldu. Şu an da aktif olarak Ajda Pekkan, Hande Yener ve Buray’ın gitaristliğini yapıyorum. Onun dışında, What Da Funk grubuyla bir albüm çıkarmıştık. O albüm de bence çok keyifliydi. Bu çalışma da benim kariyerimle ilgli en önemsediğim ve en güzel çalışmalardan biri oldu.
Zaten çok küçük yaştan beri bir şeyler besteleme, üretme konusunda da hep istekliydim. Mesela yeni albümdeki Sirius isimli şarkının ilk melodisini 14-15 yaşında falan yazmıştım. Daha sonra eğitimle ve çalışmayla müziğe bakışım gelişince tekrar düzenledim ve bu albümde yerini aldı o şarkı. Yani hep kendi müziğimi yapma yolunda çalıştım, diyebilirim.
İlk EP’n Manzinga 11 Mayıs 2018’de yayınlandı. EP’de genel olarak mistik bir hava vardı, bunu özellikle mi tercih ettin? Yani sıfırdan başlayıp bu konseptte 4-5 şarkı yapayım diye mi ilerledin, yoksa zaten böyle şarkıların vardı, bir araya getirdin ve EP bu şekilde mi oluştu?
O dediğin hava bence yeni albümde de birçok şarkıda var. Genel olarak yaptığım müziğin içinde olan bir hava bence o. Bunu “Ben böyle bir müzik yapmalıyım, böyle bir füzyon yaratmalıyım.” deyip oluşturmadım. Hayatım boyunca etkilendiğim her şey birikiyor ve doğal olarak müziğime yansıyor. ‘95 doğumlu bir müzisyenim, doğduğumdan beri dinlediğim modern müziklerin, türkülerin, Anadolu’daki müziklerin hepsinin bende bir yeri var ve yaptığım her işte bunlar bir yerden ortaya çıkıyor.
İlk uzunçalar albümün Vouves, 13 Mart 2020’de yayınlandı. Bu albümde sana kimler eşlik etti?
Öncelikle çekirdek grupla başlayayım. Davulda Cengiz Tural var, sürekli birlikte olduğum ve hem müzik yapmaktan hem de hayatla ilgili bir şeyler paylaşmaktan çok mutlu olduğum bir insan. Bas gitarda What Da Funk grubundan Deniz Beydili var. Sirius ve Revival hariç tüm şarkılarda davul ve bas gitarı bu iki isim çaldı. Klavyelerin hepsini Nevzat Yılmaz çaldı. Aynı zamanda düzenlemeleri de onunla yaptık. Ayrıca Black Sand isimli şarkı da Nevzat Yılmaz’ın. Nevzat abi zaten benim doğduğumdan beri tanıdığım bir insan. Bana her zaman çok yardımcı oldu ve sadece bu albüm için değil, benim genel olarak müzikal gelişimimde ve müzikal düşünce tarzımda da onun çok etkisi vardır.
Cenk Erdoğan, Revival isimli şarkıda çaldı, zaten onu anlatmama gerek yok, dünya çapında bir müzisyen. Onunla da bu albümde bir şey paylaşmış olduğum için çok mutluyum. Babam, Zafer Şanlı, Revival isimli şarkıda bas gitarları çaldı ve Sirius’un vokallerini yaptı. Orçun Saçaroğlu, Ahmet Demirkol, Ertuğrul Kırçın, Abbas Karacan, Ege Cengiz, Recep Özçakır ve Burak Sarıkahya albümde yer alan diğer isimler. Hepsi benim için birbirinden değerli… Kayıtları Stüdyo Arı’da Meriç Memikoğlu yaptı. Albümün mix-mastering ve yapımcılığını Arıkan Sırakaya yaptı. Arıkan abi her zaman bana çok fazla imkan sağladı, beni destekledi, arkamda durdu. Müzik hayatımda gerçekten önemli bir yeri vardır Arıkan Sırakaya’nın.
Bir de parçalar özelinde sorularım var, özellikle iki şarkının adı dikkatimi çekti, ilginç hikayelerinin olduğunu düşünüyorum. Öncelikle Hayvore, ne demek ve bir hikayesi var mı?
Hayvore, şöyle: Aykut Gürel’le Bergüzar Korel’in albümünü kaydediyorduk Babajim’de. Daha sonra bir öğlen yemeğine çıktık…
Yoksa restoran olan mı?
Evet, o restorana gittik. (Gülüşmeler) Biz de ismini merak ettik bir de girişte de “I’m here.” diye bir yazı vardı. İşte “Hayvore nedir, nereden geliyor?” falan diye sorduk. Lazca “Ben buradayım.” demek olduğunu söylediler. Bu da benim çok hoşuma gitti çünkü bir müzisyenin de bir albüm yaptığında aslında “Ben de buradayım.” demiş olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden bir şarkımda kullanmak istedim, böyle bir hikayesi var.
Peki Vouves?
Açıkçası şarkı yapar yapmaz öyle hemen isim bulan bir insan değilim ama en azından koyduğum isimlerin de bir hikayesi olmasını istiyorum. O sıralar kökenlerimle ilgili bir şeyleri araştırmaya başlamıştım. Benim annemin ailesi Girit adasından göçmüşler, Vouves de Girit adasındaki çok çok eski bir zeytin ağacı. Zeytin ağacı da birçok kutsal kitapta da tarih boyunca da bilgeliğin, sağlığın, kutsallığın sembolüdür. Ben de ailemin bir parçası olan yerden bu özel ağacın ismini albümüme vermeyi istedim.
Şarkılarının çok güzel bir dinamiği var; dinlerken devamı tahmin edilemiyor ve dikkatleri sürekli üstünde tutuyor. Bu nedenle nasıl ortaya çıktıklarını çok merak ediyorum. Anlatacağın hikayeyi belirleyip sistemli bir şekilde işte şu sesler, şu elementler, şöyle soundlar olsun diye başlayıp sonra küçük küçük eklemeler mi yapıyorsun, yoksa daha minimal bir düzeyde başlayıp devamına yolda mı karar veriyorsun?
Birçok şarkıda ilk başta çıkan, şarkıların alıcı yerleri dediğimiz ana melodileri, main riffleri oldu. Ben mesela güzel bir melodi yakalıyorum ama o sadece 20-30 saniyelik bir bölümünü oluşturuyor. Ve o bölümleri söylediğin gibi daha serüvenli bir hale getirmeyi daha çok seviyorum. Bu, kendi bestecilik ve kompozisyon anlayışımda da sevdiğim müziklerde de böyle. Bu yüzden önce ana riffi bulup sonra o ana riffi biraz irdeleyip altına neleri nasıl bağlayabilirim, başka neler yapabilirim diye düşünerek kalan bölümleri yarattım. E tabi ki bunun da sonuçta bir matematiği ve teorisi var ve bence bu, şarkılarımda hissediliyor.
Peki kendi yaşadığın bir şeyi şarkılarına direkt yansıtıyor musun?
Yansıtıyorum çünkü dediğim gibi uzun kompozisyonlar sonuçta, hani bir günde oturup “Aa aklıma bir şey geldi” deyip oluşmuyor. Bir gün bir şey dinliyorum, bir şeyler yaşıyorum, bir şeylerden etkileniyorum ve şarkının bir bölümünü yazıyorum. Daha sonra o süreç içinde o şarkının moduna tekrar büründüğümde -işte başka bir şeyler yaşadıkça da- o melodinin devamını getirebiliyorum. Böylece yaşadığım başka bir şeyi müziğime yansıtmış oluyorum. O yüzden evet, bir şarkının ilk adımını attığım andan itibaren yaşadığım her şey müziğime yansıyor.
Geniş bir ekiple çalıştığını söyledin. Şarkılarında sen gitarları yazıyorsun ve sonra diğer müzisyenlere gidip nasıl bir şey hayal ettiğini anlatıyorsun ve konuşarak mı ilerliyorsunuz, yoksa örneğin davulcu kendi kısımlarını direkt kendisi mi yazıyor?
İlk başta aklıma gelen tüm fikirleri, melodileri bir proje açıp baştan sona dinlenebilecek şekilde hazırladım. Yani önce tüm taslağı yaptım, tüm melodileri yazdım -önemli olan üst hattan, melodi hattından ve riff hatlarından bahsediyorum. Daha sonra, özellikle Hayvore ve Moorland’de, şarkılarda geldiğim yeri Nevzat abiye anlattım, üstüne ne yapabiliriz ne düşünebiliriz vesaire diye. Nevzat abiyle bu düzenleme kısmında tüm taslakları oluşturduk. Tabi bundan “Her şeyi ben yazdım ve o adam sadece geldi, çaldı.” gibi bir sonuç da çıkmasın çünkü senin yazdığın o iki notayı bile başka biri çalınca çok başka bir enerji katıyor. O yüzden albümde de yer alan herkes -bizim yazdığımız partisyonları çalmış bile olsa- kendi enerjisini ve ruhunu albüme kattı.
Davulları da zaten Cengiz Tural’la çok yakınız, sürekli bir şeyler paylaşıyoruz, ediyoruz, ben bu demolarımı hazırladığımda ona davulsuz halini attım ve işte mesela bir parça için aklımda bir davul tipi varsa onu anlatmaya çalıştım. Daha sonra o kendi stüdyosunda deneyip fikirlerini bana yolladı. Aynı şekilde diğer enstrümanlar için de benzer şekilde oldu. Biz stüdyoya girmeden önce kendi çalışma ortamlarımızda kaydedip dinleyip son haline karar verdik, sonra da stüdyoya girip kaydettik bu albümü.
Anlatmak istediğini gitarla gerçekten çok güzel anlatıyorsun. Yani en azından dinlerken öyle hissediyoruz. Peki şarkı sözü yazıyor musun?
Yazmıyorum. Ya aslında bunu birçok müzisyen denemiştir tabi, benim de denediğim şeyler var; ama onun da başka bir alan olduğunu düşünüyorum ve kendimi o şekilde çok iyi anlatabildiğimi düşünmüyorum. O yüzden çok uğraşmıyorum yani.
Çok seyahat eder misin Tolga? Müziğinde multikültürel izler var, gittiğin yerlerden besleniyor musun?
Çok seyahat ediyordum, yani bu süreçten önce. Zaten ben de her fırsatta gezmeyi, yurt içinde yurt dışında bir yerlere gitmeyi seven bir insanım. Bir de 15-16 yaşından beri eşlik müzisyenliği de yaptığım için Türkiye’de çalmadığım yer kalmadı diyebilecek kadar çok yerde çaldım. 9-10 senede işim dolayısıyla çok seyahat ettim, çok yer gördüm. İşte konserlerle Avustralya’dan Amerika’ya, İran’dan Avrupa’daki birçok ülkeye her yerde çaldım. Söylediğin gibi bu müziğime de yansıyor; çünkü biz müzisyenler bir şeylerden kolay etkilenen insanlarız. Bir yerde gezmek, her gittiğin yerde başka bir şey yaşamak, başka enerjiler yaşamak, farklı sahnelere çıkmak, farklı insanlarla, farklı müzisyenlerle tanışmak, hepsi bana ilham veriyor.
Peki seyahat ettiğin yerler dışında nelerden ilham alıyorsun?
Yani film izlemek, kitap okumak tarzı şeylerin dışında basketbol diyebilirim. Çok fazla basketbol oynadım. Bir takım oyunu olması nedeniyle benim müziğe bakış açımı etkilediğini düşünüyorum. Çünkü müzik de benim için bir takım oyunu ve öyle olmasını seviyorum. Albümde de bu duyuluyor ve hissediliyor bence. Bunun sadece bir gitarist albümü olmasını istemedim hiçbir zaman, tüm enstrümanlara, partisyonlara bakınca bir takım oyunu olarak görülmesini istiyordum ve bence öyle de oldu.
Müziğini besleyen müzisyenleri de merak ediyorum. Kimler bu konuda sana ilham verir?
Öncelikle en çok dinlediğim gruplardan biri Snarky Puppy.
Gittin mi konserine?
Gittim, hatta İKSV’ye gelmişlerdi, ona da gitmiştim. O benim için daha keyifliydi çünkü ben bar ortamında sevdiğim birilerini dinlemekten daha çok keyif alıyorum. En son Uniq’teki İstanbul Caz Festivali konserine de gittim. O konser de çok güzeldi ama mesela benim daha fazla dinlemek istediğim adamlar var, onlar Türkiye’ye gelmiyor, işte bir o eksikti. Ama grubun müziği zaten çok iyi olduğu için gerçekten kim çalarsa çalsın başka bir enerji çıkıyor, o yüzden bir sorun yoktu, güzeldi. Snarky Puppy beni hem çok besliyor hem de eğitiyor çünkü grubun içinde bir sürü element var, adamlar sahneye 20 kişi çıkıyor ama hepsinin ayrı partisyonu var. Puzzle gibi herkesin bir görev yeri var ve bir parçası var, o yüzden beni çok etkiliyor Snarky Puppy.
Tigran Hamasyan’ı dinlemeyi çok severim. Onun müziği de beni bu albümde gerçekten çok etkiledi. Avishai Cohen’i çok dinlerim, çok severim. Onun da bestecilik anlayışını çok seviyorum. Jeff Beck, efsane gitaristlerden biri, onu da dinlemeyi çok severim.
Şu an mümkün değil ama klip çekmeyi düşünüyor musun? Çünkü şarkıların cidden kısa film tarzı bir klibi hak ediyorlar.
Düşünüyorum. Aslında film demişken bunu da okuyup görürlerse… (gülüşmeler) Şarkılarımın bir filmle bütünleşmesini veya bir filmde yer almasını çok isterim. Klip konusunda da… Aslında Sirius’a klip çekmeyi düşünüyordum. O şarkıda dediğin gibi anlatılacak çok şey var o yüzden kliplenmesini çok istiyorum. Şu durumlar düzelince yapacağım ilk işlerden biri bu olacak.
Bir de biliyorsun benim albümüm 13 Mart’ta çıktı. Aslında biz albümü geçen temmuzda kaydettik ama hepimizin işlerinden dolayı süreç biraz uzadı o yüzden martta çıktı. İşte 13’ünde albüm çıktı ben de 16’sına lansman konseri ayarlamıştım. O hafta da biraz belirsizdi, virüs tamam dünya gündemindeydi ama burada pek bir hareket yoktu, kimse ne olacağını bilmiyordu. Biz de iptal etmeyelim, artık kim gelirse çalarız, diye düşünüyorduk. Sonra 14’ü veya 15’inde tüm eğlence mekanlarının kapatılacağı haberi çıkınca lansman konseri de iptal oldu. Aslında iptal değil de ertelendi diyeyim, sonuçta bir şekilde yapacağız. O gün için de çok güzel hazırlanmıştık, bir de o günün tamamını videoyla kaydetmek istiyordum ben. Kurulma aşamasından bitiş anına kadar, sonra da yayınlayacaktık. Çok da tatlı olacaktı bence ama kısmet değilmiş, ne diyeyim. Yani daha ne kadar süreceğini, neler olacağını da öngöremiyoruz ama klip işi aklımda, ilk iş o konuda bir şeyler yapacağım.
Talihsiz bir durum olmuş gerçekten.
Evet öyle oldu. Yaptığı işleri yayınlamayan insanlar da oldu ama sonuçta bu bir albüm ve hep orada kalacak, benim adım yazıldığında çıkacak. Dönemlik bir şey olduğunu düşünmediğim için de ertelemeyi düşünmedim. Tabi ki çıktığında daha fazla insana ulaşmasını isterdim ama bir anda gündem o kadar kalabalıklaştı ki artık insan müzik takip edip yeni şeyler dinlemek yerine ne yapacaklarının derdine düştüler. Böyle karambol bir döneme denk geldi. Ama önemli değil sonuçta dediğim gibi bu bir albüm ve her zaman orada duracak. Ben de yaptığım işten çok memnun ve mutluyum zaten.
Peki senin evde kalma sürecin nasıl gidiyor? Yaratım açısından ve psikolojik açıdan. Gerçi albümün yeni çıktı ama…
Açıkçası albümüm yeni çıktığı için üretim olarak çok da iyi bir zamana denk gelmedi benim için. Yani daha aç bir modumda olsaydım hani bir şeyler üretmediğim, yayınlamadığım, daha farklı bir psikolojide olabilirdim. Konuştuğumuz gibi, sonuçta gelip görüp, bir şeyler yaşayıp, etkilenip üretiyorsun -ki ben zaten bu 7 parçayı bu şekilde ürettim. Ama işte çok taze denk geldi o yüzden ben öyle bir moda giremedim.
Tamamen boş durmuyorum tabi, yaptığım bir şeyler var. Babam da müzisyen olduğu için şimdi iki müzisyen evde kalınca onunla böyle akustik gitar bas gitar duo şeklinde bir şeyler deniyoruz. Hatta önümüzdeki haftalarda Instagram’a yüklemeyi düşünüyorum böyle 1 dakikalık bir şey. Bu yaz izole bir şekilde geçecekse belki babamla böyle bir şeyler yapabiliriz, onunla bir duo albüm yapmak isterim. Onun haricinde bazı arkadaşlarım parçalarını gönderiyor, onlara bakıyorum; birkaç tane düzenlemeyle alakalı işler var, onlara devam ediyorum. Genel olarak bu süreç böyle geçiyor diyebilirim.
Berklee’yle ilgili bir sorum var. 5 haftalık bir programla eğitim almışsın hatta orada da all star grubuna seçilmişsin, bir konser vermişsiniz. Bu nasıl bir süreçti senin için?
Her müzisyenin görmek istediği bir okuldur Berklee. Ben de onların bir bursuna başvurmuştum, kısmi bir burs aldım ve oraya gittim. Zaten çok merak ettiğim bir dünyaydı ve 2012’de 17 yaşındaydım, yani çok küçük bir yaşta değildim ama çok büyük bir yaş da değildi. O yaşta Amerika’ya tek başıma gidip orada tek başıma müzik yapıyor olmak çok güzel bir tecrübeydi, umarım herkesin de böyle bir şansı olur.
Bir kere eğitim sistemi olarak, okul imkanları olarak -ki ben liseden beri müzik okuyan biri olarak söylüyorum bunu- kesinlikle tartışılacak veya kıyaslanacak bir durumu yok; çok çok öndeler yani. E bu kadar küçük bir yaşta bunları görmek benim için çok büyük bir deneyim oldu çünkü güzel sanatlar lisesinde okudum ama orada gördüğüm imkanlar… Teknolojik olanaklar, kütüphaneden şu ana kadar yayınlanmış her metodu elde edebiliyorsun; çalışmak için bir sürü stüdyo var, hepsinde 3’er 4’er tane amfi var, piyanolar, davullar, istediğin zilleri gidip alabiliyorsun, piyano çalışma odaları falan… Yani 17 yaşında ve müziğe aç bir müzisyen için olabilecek en güzel yer. Hem çok büyük bir deneyim oldu hem de çok keyif aldım. Ayrıca Arjantin’den Meksika’ya, Amerika’dan İspanya’ya her ülkeden insanlar vardı, bu sayede çok güzel arkadaşlıklar edindim. Yani bu da çok keyifli bir durum.
Orada da tarza göre bölümler ayrılmıştı, işte caz bölümü vardı, funk füzyon bölümü vardı, rock bölümü vardı. Ben de funk füzyonu seçmiştim. Bir gün “Herkesin alanında all star grupları oluşturulacak.” diye bir afiş astılar, ben de tabi ki hemen seçmelerine katıldım. O zaman da benim önceki albümümde yayınladığım Uphill isimli şarkının başlangıç versiyonu vardı zaten, onu ben Amerika’ya gitmeden önce hazırlamıştım hani orada bir şey olur çalarım vesaire diye. Onun da ritimleri aksaktır işte 5/8 olur, 7/8 olur yani ritim kompozisyonu çok karışık ve yabancıların da sevdiği bir düzen bu -bizim Türkiye’de çok alışkın olduğumuz ve dinlediğimiz bir şey ama- ve bu da onları çok etkiledi.
Bir de Okan Ersan’dan To Whom It May Concern isimli şarkısının altyapısını almıştım, ona da çok teşekkür ederim tekrar. Bu arada Okan Ersan da gerçekten etkilendiğim Türk müzisyenlerin başında gelir, çok önemli bir gitarist ve bestecidir. İşte onun bu şarkısını ve kendi şarkımı çaldım, çok beğendiler. Sonra oradan ayrıldım, tabi heyecanla sonuçları bekliyordum. Sonuçları astıkları bir duvar vardı, oraya gittim, ismim yazıyordu. Yani bu iki parça sayesinde seçildim diyebilirim.
Ekibin başında da Tiger Okoshi vardı, kendisi trompet çalan çok önemli bir müzisyendir. Açıkçası ben o zaman onu tanımıyordum ama daha sonra öğrendim ne kadar müthiş bir müzisyen olduğunu. Aynı zamanda dünyanın en tatlı insanlarından biridir. Yani 17 yaşında Amerika’da öyle bir sürü gitarist arasından all star grubuna seçilmek ve öyle bir isimle çalışmak gerçekten çok gurur verici ve keyifliydi. Bu konseri Berklee eşzamanlı bir şekilde online olarak da yayınladı. Bizde de tabi gece saatine denk geliyordu, ailem de o zaman Bodrum’daydı, yazlıkta, herkes toplanıp izlemişti. Hani 2012’de yine teknoloji çok gelişmişti ayrı bir şey ama yani şimdi bile böyle bir şey olunca heyecanlanıyoruz, televizyonu açıyoruz falan o nedenle benim için de ailem için de öyle özel bir anısı oldu. Bir de benim de 5. haftamdı, evimden uzağım falan, bizimkiler de canlı canlı izlemiş oldu yani.
Dünya koşullarını ve müzik sektörünün bugünkü halini düşün. İşte “Canlı yayınla ailem konseri izleyebildi buradan.” dedin, yine sen de geçen gün Instagram’dan canlı yayın açmıştın yani teknolojiyi bu şekilde kullanabiliyoruz müzik konusunda. Ama geçmişte, analog kayıtların olduğu dönemde de müziğin ayrı bir ruhu vardı. Peki sen bir müzisyen olarak bulunmak istediğin yer ve zamanda mısın yoksa geçmiş zamanlarda mı müzik yapıyor olmak isterdin?
Ben geçmişte müzik yapıyor olmak isterdim ya. Çünkü her müziğin bir dönemi var, moda gibi ve şu an benim de füzyon ve rock ağırlıklı bir müzik yaptığımı varsayarsak tam olarak bunun dönemi diyemem. Tabi iyisi kötüsü tartışılır ama gitarın, elektrogitarın 60’lardaki 70’lerdeki yeriyle şu anki yerinin arasında fark olduğu konusunda herkes hemfikirdir, eminim. O yüzden ben geçmişi ve analog sistemi tercih ederdim. Yani şu an herkesin Youtube kanalı var, bir şeyler izliyoruz vesaire ama yine aklımızda kalan, bizi en çok etkileyen anların hep o sevdiğimiz insanın konserinde yaşadığımız ya da işte tanışma fırsatı bulabildiğimiz, yanımızda bir şeyler çaldığı, gösterdiği anlar olduğunu düşünüyorum. Yani benim için böyle, o nedenle ben analogcuyum diyebilirim bu konuda.
Eğitimini müzik üzerine aldın ve aslında hayatın direkt müzikle geçtiği için bir konu hakkında düşüncelerini merak ediyorum. Müziğin, sektörün çok hızlı değiştiği ve her şeyin çok hızlı ilerlediği bir zamandayız. Bağımsız yayıncılık var, insanlar sürekli yeni bir şeyler üretme halinde falan. Sence bu hızlı akış bir süre sonra bir yerden patlak verir ve her şey biraz daha yavaşlayıp mesela 2000’lerin başındaki haline geri döner mi yoksa artık böyle mi devam eder?
Ya ben bunun zaten üretici değil de tüketici yüzünden oluşan bir durum olduğunu düşünüyorum çünkü burada durum üreticinin üretim tatmin hissiyatıyla değil de tüketiciyi doyurmayla alakalı. Aslında sadece müzikte değil genel olarak hayatta da böyle. Yani tüm insanlık eğer şu günlerdeki gibi durup… Diyeceğim ama ben bunun eskiye döneceğini düşünmüyorum açıkçası, artık yeni düzende böyle. Sadece şu var: Bu kadar hızlı üretim zorunluluğu olan bir dönemde bir müzisyen olarak, bir insan olarak %100 verimli bir şey yapamıyorsunuz. Ve bu noktada yaptığınız işin niteliği önem kazanıyor. Ben nitelikli işlerin bu hız içinde bile bir yerden ayrılıp yolunu bulacağını düşünüyorum. Bu hız yavaşlamaz ama üretici yavaş üretiyor olsa bile ürün nitelikli olduktan sonra her zaman kıymetini bulur ve bir yere oturur diye ümit edip, üretmeye devam etmemiz lazım diye düşünüyorum.
Bir de kısa sorularım var. İzlediğinde, dinlediğinde seni çok etkileyen ilk müzisyeni veya grubu hatırlıyor musun?
Ben müziğe klasik gitarla başlamıştım. Elektro gitar aşkımın kaynağı olan ve beni en çok bu enstrümana yükselten isim Steve Vai diyebilirim. Bir gün babam evde DVD’sini izliyordu, salona bir geldim; gitardan ışıklar çıkıyor, ortalık karanlık, kafasında da böyle ışıklar var, elektro gitardan çılgın sesler çıkıyor falan… Steve Vai beni çok etkilemişti. Grup olarak etkileyen de Deep Purple.
Seyirci olarak unutamadığın bir konser var mı?
Snarky Puppy’nin konseri diyebilirim, İKSV’deki ama. Bir de Deep Purple var, Küçükçiftlik Park’taydı o da. Bu ikisi diyebilirim.
Tekrar tekrar izlediğin bir film var mı?
Koç Carter.
Bir de sevdiğin bir kitabı söyler misin? Bu zamanda okurlarımıza da öneri olsun.
Düşüneyim… Müzisyenler için de bir kitap olması açısından Kenny Werner’ın Zahmetsiz Ustalık kitabını tavsiye edebilirim.
Daha önce şarkılarını dinlememiş birine hangi şarkını dinletirdin?
7 ve Vouves.
Vouves çok güzel gerçekten. Bir de son zamanlarda sıkça dinlediğin bir şarkıyı da söyler misin?
Şarkı değil de albüm söyleyeyim. Şu sıralar Dominic Miller’ın Silent Light albümünü dinliyorum, onu önerebilirim.
Benim sorularım bitti Tolga, cevapların için çok teşekkür ederim. Umarım bir an önce bu durumlar biter ve konserine gelebiliriz. Çünkü bu albümü canlı bir şekilde dinlemeyi gerçekten çok isterim.
Ben teşekkür ederim. Umarım en kısa zamanda yapabiliriz.
Kendine iyi bak, görüşmek üzere.
Sen de öyle. Görüşürüz.
Tolga Şanlı’yı Facebook, Instagram ve Youtube üzerinden takip edebilirsiniz!