Her albümde daha tiyatral bir hal alan Muse, yeni çıkardıkları “Simulation Theory” isimli albümlerinde bu işi bir sonraki seviyeye taşıyor.
“Simulation Theory” adından fütüristik bir şeyler duyacağımız bariz fakat; bu albümün oldukça göz önünde olan nostaljik bir tarafı da var. Fütürizm ve nostaljiyi bir potada eritmenin yanında bir de albümü müzikal olarak dünyanın her yöresinden besleyip ortaya böyle güzel bir albüm çıkarmışlar.
Albümün yayınlanma stratejisi ise son zamanlarda çokça tercih edilen tekli tekli ilerleyip bu teklileri son olarak bir albümde toplamak. Konsept bir albüm için bile uygulanabilirliği tartışılabilecekken bu stratejiyi bir de tüm parçalara çektikleri klip ve lirik videolar için de uygulayabilmiş olmaları ise takdire şayan.
Açılış şarkısı “Algorithm” ile başlayacak olursak şarkının standart bir şarkı formatında olmadığını söyleyebiliriz. Gerilim yaratan synthlere ve yaylılara eşlik eden piyano ile seksenlerin oyun müzikleri tarzı bir intro ile karşılaşıyoruz. Birinci dakikadan sonra enstrümantal bir şarkı mı dinliyorum acaba düşüncesinin gark ettiği sırada giren vokaller ise hem merakımızı gideriyor hem de sözlerin beklemeye değer olduğu gösteriyor. Albümün kalanı için güzel bir altyapı oluşturan sözlerde karakterimizin bir simülasyonun içinde olduğunu fark etmesiyle tanrıya karşı oluşan öfkesi ve simülasyondan kaçma isteği anlatılıyor. Şarkı; albüm çıkmadan önce yayınlanan “Dig Down”, “Thought Contagion”, “The Dark Side” ve “Something Human” teklilerinin kliplerinde gördüğümüz olaylarla parallellik gösteriyor.
İkinci parçamız “The Dark Side” albümden önce yayınlanan ve sevdiğimiz teklilerden biriydi. Altyapı olarak ilk parçadaki gibi synth ve yaylılar hemen dikkat çekiyor. Ayrıca albümde gitar solosu barındıran nadir şarkılardan. 🙂 Sözleriyle simülasyonda yaşamanın getirdiği korku, paranoya ve depresyonun üstesinden gelmeyi işliyor. Parçanın klibi ise bundan fazlasını anlatıyor. Simülasyondan kurtulmaya çalışırken kendini Dark Side’da bulan karakterimiz durdurmaya çalışılsa da kaçmayı başarıyor. Bu sefer ise birden fazla simülasyonun var olduğu bir evrende olduğunu fark ediyor.
“Pressure” albümde en beğendiğim parça oluyor. Yine albüm öncesi yayınlanan teklilerden biriydi. Parçaya eşlik eden üflemeliler ve eşlik eden gitar melodisi yazının girişinde bahsettiğimiz nostaljik havayı sağlayan etkenler. Bu havayı parçanın klibinde de net bir şekilde görebiliyoruz. 🙂 Matt, şarkı sözlerinin fanların eski tarzlarını sürdürme konusunda yaptığı baskı hakkında olduğunu belirtiyor. Baskıların böyle bir parçanın oluşumuna sebebiyet vereceğini bilsek daha çok yapardık diyor insan…
4. parçamız “Propaganda” davul, karanlık synth ve drive baslara eşlik eden acapella ile soğuk duş etkisi yaratarak başlıyor. Zayıf bulduğum parçalardan olsa da ikinci nakarat sonrası giren bir country parçasından fırlayıp gelmiş olan gitar solosu albümün en hoş anlarından biri gerçekten.
Sıradaki parçamız “Break it to me”, albümdeki remixi kendinden daha güzel olan oldukça enteresan bir parçamız. Nakarat öncesi giren auto-tuned vokalleri, Muse’dan duymaya alışık olmadığımız scratch sesleri üzerine ortadoğunun bağrından kopup gelen bir melodi… Gerçekten duymayı beklemediğimiz ne varsa hepsi bu parçada vuku buluyor, çok da güzel oluyor.
Something Human albümün yedinci parçası ve yine daha önce tekli olarak paylaşılan şarkılardan biri. Neredeyse akustik bir parça. Sözleriyle Matt’in Drones albümü dünya turnesinden sonra evine dönüp sevdikleriyle kavuşmasını anlatıyor. Daha önce bir instagram paylaşımında yazdığı gibi: “9876.5 miles, 528 hours, June 3rd-25th 2016. Close enough”
Matt’in Fury II olarak tanımladığı albümün ikinci tekli olan “Thought Contagion” albümü sırtlayan parçalardan biri. Hem vokal hem enstrümental olarak oldukça yakalayıcı olan şarkının sözlerinde doğru veya yanlış bir ideolojinin peşine takılıp gidiyor oluşumuz anlatılıyor. Bir rock parçasından bahsettiğimizi düşününce hedefin yanlış ideolojilerin peşinden gidip bununla çevresini zehirleyen insanlar olduğunu söyleyebiliriz. Çoğu zaman olaylara verdiğimiz tepkilerin başkalarının etkisiyle verilmiş tepkiler olduğu düşüncesiyle de bu olgu destekleniyor. Birebir yazarın ağzından aktaracak olursak:
The key line in the song is: “You’ve been bitten by a true believer/ You’re been bitten by someone who is hungrier than you/ You’ve been bitten by someone’s false beliefs.” That summarizes what I’m trying to get at here, which is sometimes in life you will come across situations where someone who is a bit ideological or believes things that are not true in any way will sometimes have more power than you, over you or get more airtime. I think that’s really what the song is about. It’s about how other people’s false belief systems can infect your own and sometimes even affect your feelings.
“Get Up and Fight” albümün sekizinci parçası. 2000’ler emo rock döneminde çıksa hiç sırıtmazdı diyebiliriz. Şarkı nakaratı gayet basit ve etkili bir şekilde bu simülasyondan ancak birlikte kurtulabiliriz vermeyi hedeflese de ne kadar başarılı olduğu tartışılabilir. Albümün zayıf karınlarından biri olarak not düşelim. 🙂
Yavaş yavaş sona yaklaşırken sıradaki şarkımız “Blockades”. Muse’un her döneminde bir şeyler bulabileceğimiz bu parça önceki parçanın hedeflediği işleri başarmış diyebiliriz. Introsuyla Muse’un ilk dönemlerine göz kırpan parça nakaratta ise son albümleri Drones’dan bir kesit dönüşüyor. Verseler için Black Holes and Revalations dönemini anımsatıyor desek de bildiğiniz Knights of Cydonia olmuş. 🙂
Matt, Madness II olarak tanımlamasa da bizim tanımlamamızda beis olmayan Dig Down’a geldi sıra. Albümün ikinci kısmında yer alan versiyonu kendinden daha güzel olan bir parçamız daha. İlk tekli olarak beklentimizi biraz düşürmüştü açıkçası. Kendisini Jools Holland şovda duyduğumuz akustik versiyonuna kadar pek sevemesek de akustik haliyle gayet hoş bir hale bürünmüştü. Matt şarkının umut ve optimizm hakkında olduğunu söylüyor, klip ile de bu gayet güzel destekleniyor. Albümdeki en güzel kliplerden biri, belki de en güzeli diyebiliriz. Kill Bill atıfını gözden kaçırmadık 🙂
Eveet, albümün kapanış parçası olan “The Void”de sıra. Müzikal altyapı olarak Redd’in son albümündeki ağır parçaları anımsatıyor. Sözleriyle yine optimist bir tavır takınan parça altyapısıyla bu durumla biraz tezat düşüyor denebilir. Yine de kapanış parçaları özel olur, sindirmesi zaman alır diyerek biraz daha vakit tanınması taraftarıyım.
Albümü genel olarak ele aldığımızda Muse’un en iyi albümü söyleyemesek de kesinlikle hayal kırıklığı yaratmadığını ve dinlemeye değer bir albüm olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle her parçayı klipleriyle birlikte kısa bir film izler gibi izlemenizi öneririm. Son olarak albüm kapağını da aşırı beğendiğimi not düşerek yazıyı tamamlayayım ve sizi Simulaton Theory ile başbaşa bırakayım.
grubu ilk albümlerinden bu yana dinleyen biri olarak albüme bir türlü alışamadım. süper deluxe edition’u indirdim 21 şarkıya rağmen bir türlü içime sinmedi. albüm akmıyor bir türlü, içime işlemiyor. ilk üç albümün havasını daha çok seviyordum. bu fütürüstik hava canavar rock grubunu elektronik ağırlıklı vasat grup haline getirdi. yine de plağını sipariş ettim belki severim umudunu koruyorum.