29 Mart’ta Babylon’da gerçekleşen lansman konseriyle yeni albümü “Ben Sizden Kaçtım”ı dinleyicileriyle buluşturan Can Kazaz ve menajeri Ateş Erkoç‘u çalıştıkları yerde, yani İstanbul Bilgi Üniversitesi Santral Kampüsü’nde yakaladım. Yakalamışken de aklımda yer eden ve tabii sizlerin de merak ettiğinizi düşündüğüm bazı soruları kendilerine yönelttim.
Bu güzel sohbet için ikisine de çok teşekkür ediyor, hazırsanız sizleri de hiç bitmesin istediğim sohbetimize dahil etmek istiyorum.
Öncelikle merhabalar, keyfiniz nasıl bugünlerde? Albüm çıktı, lansmana gelemedik ama çok güzel duyumlar aldık. Heyecanlı mı bütün bu işler?
İyiyim… Yoğun. Albüm sürecinin sonrası, post albüm gibi bir süreçteyiz. Reaksiyonlara bakıyoruz, güzel ve heyecanlı aslında. Reaksiyonlar da iyi gidiyor fakat her şey çok taze diyebiliriz.
Evet, daha yeni Spotify’a düştü, dinleyebildik bizler de.
Evet, aslında iTunes’da, Fizy’de vardı bir haftadır. Türk Telekom Müzik’te de vardı. 31 Mart’ta itibariyle de Spotify’a düştü.
Müzisyen arkadaşlarınız da lansmanda sizi yalnız bırakmamış. Kimler geldi, tepkileri nasıl oldu? İlk dinlediklerinde yüzlerindeki ifadeleri fark edebildiniz mi?
Yüzdeki ifadeyi o kadar detaylı görebilecek kafada olmuyor insan sahnede ama tepkiler iyiydi. Performans ve konser genel olarak beğenildi. Başka kimler geldi… Nil vardı, Sattas’tan Orçun ve Emir… Kamil geldi, No Land’in solisti. Uğramayan müzisyenler de vardı kulise, dışarı çıkamadım. Ali Somay vardı, Ahmet Ali Arslan vardı. Şu an aklıma gelenler bunlar açıkçası.
Size albümden bir kaç soru sormak istiyorum. Daha doğrusu sizin bizlere sorduklarınızı size sormak istiyorum. Bir şarkınızda “Kimseye hesap vermem söylediğim şarkılar yüzünden” diyorsunuz. Can Kazaz kimseye hesap vermez mi söylediği şarkılar yüzünden?
Kimseye hesap vermem. Biri “Sen niye böyle bir söz yazdın?” derse, gerekiyorsa açıklarım ama hesap vermem.
Bana bir şarkıda biraz politik bir gönderme var gibi geldi. Öyle mi?
Politik gönderme değil, baya baya politik bir şarkı o. Adı “Öğrenmemek Ayıp”. Şahsa gönderme çok günlük bir şey olarak kalıyor. Ben daha uzun vadede bir takım şeylerden bahsetmeyi tercih ediyorum. O yüzden tek bir kişiye gönderme değil de, daha çok genel politik duruş ve vizyonu eleştiren bir yaklaşımı var o şarkının.
“Hangi kitaplardan?” diye soruyorsunuz kinin kaynağını. Sizce hangi kitaplardan olabilir ya da şöyle sorayım: Hiç kitap okumadığımızdan mı birbirimizden, her şeyden nefret eder hale geliyoruz?
Kitaplar normal şartlarda psikopat biri tarafından veya özel bir propaganda ve algı yönetimi amaçlı yazılmadıysa nefret içermeyen şeylerdir genelde. Onu öyle algılayan okuyan insanın kendisi aslında. O soru biraz: “Kitaplarda zaten kin ve nefret yok, siz onu nasıl okuyorsunuz da böyle bi’ nefret doğuyor içinizde?” gibi…
Peki algılarını ne bozuyor?
Algılarını bir sürü sosyo-ekonomik etkenlerden tut da bir sürü parametre bozuyor olabilir. Cehalet maalesef en büyük etken. Cahil insan zaten kitap okumuyor. Okumakla ilgili bir problem var. Okumak, hatta dinlemek; daha doğrusu anlamak istemekle ilgili bir duvar var insanlarda. Algıyı kötü niyet bozuyor aslında. Bu bir politikacının kötü niyeti de olabilir, bir arkadaşın kötü niyeti olabilir. Her şey olabilir.
Bir şarkının hikayesini merak ediyorum aslında. İlk defa albümü dinlerken “Ankara’da Biri Var” şarkısında takıldım. Hikayesi varsa o ya da başka şarkının, dinlemek isteriz…
Benim bazı parçalarımın hikayesi örtülüdür. Özellikle örtülüdür. Bu parçanın da özelliği bu. “Kendi Halimde” de öyle mesela. “Kendi Halimde” de derdimin ne olduğunu değil de, yaşadığım bazı gerçek olayları biraz örtülü bir hikayeyle sunmayı tercih ediyorum. Açık açık aşk şarkısı yazmıyorum mesela. “Ankara’da Biri Var” özelinde de, aslında bu örtülü bir hikaye ve bu parçanın sonunda “Aklımdan geçenler yüzünden, söylediğim şarkılar yüzünden kimseye hesap vermem.” dememin öyle bir ayrı bölüm olmasının sebebi; bu sorudan kaçıyor olmak.
Diğer parçaların hikayesi… Şarkıların içerik hikayesi o an kafamda çıkıveriyor. Şarkıya dönüştükten sonra bazı parçaların hikayesini unutabiliyorum.
Zeliha’yla ilgili yanlış hatırlamıyorsam ismi öylesine gelmişti ama başka bir hikayesi var mı?
Evet isim öylesine; ama tanıdığım bir çok insanın kombinasyonu gibi. Birden fazla… Uyuşturucu yüzünden olduğunu kabul etmeseler de düşünme biçimleri ve algıları bozulabiliyor insanların. Çünkü zarar veriyor kimyasallar beyne, tıbbi bilimsel bir şey. O yüzden de karakterleri ve nasıl davrandıkları değişebiliyor bazı insanların. Derleme bir karakter aslında; bir story-telling türünde parça. Tek bir kişi yok, bir sürü isim vermem de anlamsız şu an. Zeliha da onlara sembolik taktığım bir isim…
Bugünkü Can Kazaz nasıl oluştu? Kitaplardan mı, dinlediklerinizden mi, yaşadıklarınızdan mı?
Bugünkü Can Kazaz deyince bi’ garip hissettim. Her insan nasıl gelişiyorsa öyle aslında. Özel olarak “Bu Can Kazaz’ı inşa etmeye 5 yaşında karar verdim.” diye bir şey yok. Aslında bir başınalıktan galiba, en büyük kaynağım o. Kendime kapanık bir halim olduğu zaman çok besleniyorum. O esnada ne yapıyorum: Filmler, kitaplar, bir sürü müzik… Ve tabii insanları gözlemliyorum. Tanımasam bile uzaktan gözlemlediğim şeyler, lise yaşantım, üniversite yaşantım; tanıdığım kadınlar, gezdiğim şehirler, arkadaşlar… Hepsi etki ediyor tabi. Açık bir gözle ama kendime kapalı bir halde. Gözlem üzerinden normal hayatı yaşamakla ilgili bir durum aslında.
“İnsanları gözlemliyorum” dediniz. Birisini gördüğünüz anda bir hikaye yazıyor musunuz; yoksa sadece gözlemliyor musunuz?
Aktif bir gözlem gibi olmuyor. Ama sonrası için insanın bilinç altında birikmiş bir sürü ilham verici şey ortaya çıkabiliyor. Durup dururken bir cümle bile geliyor akla ve oradan daha sonra başka bir parça çıkabiliyor.
Twitter’da kritik yazılmadığı için bir takım eleştirilerde bulundunuz. Bu konu hakkında daha detaylı bir açıklama yapmak ister misiniz? Yeni yapılan albümler nasıl destek görmeli?
Bence herkes işini yaparsa işleyecek mevzu. Genel bir tembellik mi var anlayamadım fakat böyle bir problem, tıkanıklık var. İnsanlar idealistçe veya severek yapmıyorlar işlerini diye zannediyorum. Her şeyi hazır bekliyorlar. İlla gelecek hazır içerik, şuraya koyacaksın… Onu bile yapmama hali var. O zaman bu işi neden yapıyor insanlar? Sorguluyorum ben de. Bence müzik yazarları -ki bence değil bu böyle olmalı- içeriği kendi bulur, oluşturur, araştırır, dinler ve ulaşır. Hazır gelmesini beklemez. Özgün bir içerik oluşturur, ondan sonra paylaşır. Biz şey mi yapalım; sürekli kapı kapı tanıdığımız müzik yazarlarına hazır içerik verelim, onlar da kopyalayıp yapıştırsın. Böyle bir düzen oluşmaya başladı Türkiye’de. Bu baya öldürücü bir durum…
Ateş Erkoç: Sadece müzik yazarlarıyla ilgili bir durumda değil bu. Genel hikaye böyle biraz.
“Bütün jenerasyonla mı ilgili acaba” diyeceğim ama çok yaş farkı da var müzik yazarları arasında. Benim herhalde bilmediğim bir şey var bu mevzuyla ilgili. O da ne olabilir? Muhtemelen ekonomik ilişkiler gibi geliyor bana. Bir de tabii kişisel olarak bazı insanlar yapmaması gereken işi yapıyor galiba. Müzikten anlamadan müzik yazarlığı yapamaz bir insan. Matematik bilmeden fizik profesörü olamaz gibi bahsettiğim. Bu meslek tanımlarını sorguluyorum. Başka bir isim olmalı o müzik servis eden birileri için, başka bir isim uydurulmalı. Ben olsam şöyle yapardım gibi geliyor: Geldi basın bülteni, çok teşekkürler. Ardından bir izlenim edinirdim içeriğe dair. O izlenimle metni bağdaştırıp, değiştirip öyle koyardım. Ya da orada bir içerik sunulduysa, sadece tanıtım metni koymanız için değil o; “Bu albümü lütfen dinleyin ve dinleyecek kişilere ulaştırın.” demek aslında. Daha önce dinlemiş birinin izlenimleri yer almalı bence yazıda. Sadece haber tek başına olmaz demiyorum. Haberini de yaparsın ama bir de müzik kritiği yapılabilecek bir alan olmalı. Film gibi… Film eleştirmenleri nasıl varsa, köşelerde yazıyorsa; gazetelerde de müzik olmalı. Konser eleştirileri olmalı ki gelişsin. “O sahneye çıktı”, “çok heyecanlı müthiş konser”, “albüm müthiş”… Her şeyi herkes mükemmel yapıyor o zaman. Bir takım filtreler oluşmalı. Tamam ben de gruplaşalım, çatışalım demiyorum ama bir dinleyici kültürünün oluşması için birbirinden farklı bakışların sergide de olması lazım. Böyle insanlar dinlemeyi öğrenecek, genç insanlar da dergiden okuduğu yorum ve bakış açısıyla “Aa, evet burada böyle bir problem var.” diyebilecek ki sonra başka bir albümü dinleyip müzik dinleme gelişimini sağlayacak ve bir kültür oluşturabilecek. Bizim işimiz müzik yapmak ve iletmek. Müzik yazarlarının da onu ve hatta iletemeyenleri de bulup, derleyip içerik üretmek ve paylaşmak.
Aslında biraz da eleştirilmek istiyorsunuz gibi.
Ben dileniyorum yıllardır eleştiri.
Negatif bir eleştiri de mi?
Eleştiri illa negatif olmak zorunda değil. İyi argümanla gelen, varsa eksiklerini bana anlatacak bir şey olmalı. Tamam, mutlu oluyorum tabii bir şeyleri herkes beğendiği zaman ama insan her şeyi tek başına göremiyor. Gelişebilmek için, olduğun yerde saymamak için birtakım eksiklikleri birinin gösteriyor ya da reaksiyon olarak neyi beğenmediyse iletiyor olması lazım ki ben ona göre şekillenebileyim. Tabii ki kendi yapmak istediğimi yapıyorum ama bu bir paylaşım aslında. Kapalı bir paylaşım,”tamam, çok güzel” hiçbir şey ifade etmiyor aslında. Biri beğenmiş; tamam, mutlu oldum. Bir sürü “çok güzel” geldiği zaman bir tane “çok güzel” gelmesinden bir farkı olmamaya başlıyor. Daha dolu, o müziği veya üretimi hakikatten detaylı bir şekilde dinlediğini, ulaştığını görmek istiyor insan. Biraz onunla ilgili, bu bahsettiğim eleştiri kültürünün, dinleyici kültürünün oluşmasını istiyorum aslında. Sadece bana yapılsın demiyorum, bütün müzisyenlere yapılmalı. “Bu çok kötü abi” de değil de, argümantasyonu önemli olan. Nesi kötü, neden kötü, neye göre kötü, hangi bağlamda kötü, sana göre mi, şu dinleyici türüne göre mi? Bir sürü detay var aslında düşünülüp üzerine içerik üretilebileceği. Bu hiç yok Türkiye’de, hiç göremedim.
Rap müzikten alternatif müziğe nasıl yöneldiniz?
Ben çok severek uzun süre rap müzikle ilgilendim. O dönem iyice derinleşmiş bir şekilde dinliyordum ve hala dinliyorum da. Rap dünyasında da bu tıkanıklık benzeri bir şey var. Orası bir de iyice underground, kapalı bir mecra. Böyle bir network oluşmadı. Dolayısıyla oradan bir parlama yaşamadım. Sonucunda insan da değişiyor zamanla… Aslında ortak noktaları var, sadece tarz farklı. Mesela Nilipek’in remix albümündeki benim remix parçam da hangi müzik türünde bilmiyorum; rap değil, elektronik değil. Bir yelpaze oluştu çocukluktan gelen. Dinlediğim bütün müziklerden kendi aklıma estiği gibi bir müzik yapıyorum aslında.
Yine mi Sen İstanbul, Bilgi Music Label etiketiyle çıkan ilk single sanıyorum. Kendi tanıdıklarınızla bu kaydı yapmak daha mı kolay oldu yoksa ilk olmanın verdiği zorluklar var mıydı?
Bu işin prodüktörü konumundayım aynı zamanda. Müzik prodüktörünün en temel gerekliliği müzisyene bir şekilde lafını geçirebiliyor olması. Ben arkadaşlık yöntemiyle beni anlayan ve hali hazırda laflarımızın geçmiş olduğu insanlarla çalıştığım için, bir şey dediğim zaman tamam deyip uyguluyorlardı zaten. Öbür türlü olsaydı, tanımadığım biriyle bir çeşit hiyerarşi kurmak durumunda kalırdık sağlıklı işleyebilmesi için. Bir de ne istediğini iyi bilmesi gerekiyor prodüktörün. Kafasındakileri müzisyene aktarabiliyor olması lazım ki istediğini alabilsin kayıttan. Ne istediğini bilmiyorsa çok büyük bir zaman kaybı, binlerce defa kayıt, yorgunluk… Bunların hiçbiri bende olmadı mesela. Hem ne istediğimi biliyordum bu parametreler üzerinden, hem de arkadaş olduğumuz için güle eğlene çok rahat diyebileceğim bir süreç geçiriyordum. Sadece çok sıkışık bir takvimde yaptığımız için yoruldum. Uyuyordum, uyanıyordum stüdyoya giriyordum ve tekrar uyuyordum gibi. Günler artık aynı günmüş gibi hissettiriyordu. Öyle bir yoğunluk vardı… Yine de çok keyifli bir kayıt dönemiydi, ileride unutmayacağım bir süreç galiba. Zaten kayıt günlüklerini de video çektik, bir ara kurgulayıp paylaşmayı düşünüyoruz.
Ateş Erkoç: Ne ara acaba onu bilmiyoruz…
Nilipek yayınlamıştı sanırım kayıt günlükleri gibi, izlemesi eğlenceli.
Bizimkiler daha uzun olacak galiba, Nil’in daha kısa kısaydı sanırım. Son günler artık yorgunluktan yakalayamadığım klarnet ve obua kayıtları yok. Benim vokalde, söylerken çektiğim bir şey yok. Instagram’a canlı yayın yeni gelmişti, Zeliha’yı söylerken bir kayıt yapmıştık ama canlı yayını kaydetmek daha yeni geldi Instagram’a. Kayıt uçtu gitti. Can Dedeoğlu’nda varmış bir kaç video onları kullanabiliriz belki daha sonra.
Dinleyenlerin geri dönüşleri nasıl oldu? Kim çıkarmış dediklerinde, Bilgi Music Label adı var.
Hiç o açıdan yaklaşmadılar. Çünkü BML bizim kontrolümüzde gibi bir durum var. Sadece bir dağıtım mecrası oluşturduk, aynı bağımsızlık devam ediyor. Hatta güçlenerek devam ediyor; iyice ipleri ele aldık gibi Ateş ile beraber. Bilgi’nin de kurumsal desteği olunca, elimiz daha kuvvetlendi. Geri dönüş… Onun dışında beğeniler geliyor. Ben de kritik dileniyorum yine.
Ateş Erkoç: Çok da şey yapmasak mı ya…
Yazın ya yazın, hodri meydan… (Kahkahalar…) Böyle bir şeyi hem müzisyenler yazsın istiyorum, hem de müzik dinleyicileri yazsın. Kritikler… Zaten eleştirmenler yazmıyor.
Ateş Erkoç: Doğru bir argümantasyon önemli tabii.
Evet evet, boş bir çamur atma değil de.
Ateş Erkoç: “Bu ne ya!”, “bu olmamış abi” değil de; “olmamış tamam”, “ne olmamış” dediğimde cevabı almak isterim. Neden olmamış, onu bilelim de ona göre düzeltelim.
Düzeltelim, katılalım ya da katılmayalım. Tartışalım yani en azından.
Genel olarak “Ben Sizden Kaçtım” diyorsunuz ama dinleyince albümde bir umut görüyorum bütün şarkılarda. Hala kaçmak istiyor musunuz?
Kaçmak… Hep şey diye cevap veriyorum: Kaçmak motivasyonun kendisi değil orada, kaçmak bir araç sadece. Amaç motivasyonun kendisi, alternatif bir yaşantı aslında. Kaçmak, oraya ulaşmak için yapılan bir eylem. Motivasyonun kendisi kaçmak olursa, zaten büyük bir hayal kırıklıkları seni bekliyor demek. O umut da oradaki alternatif bir yaşamın umudu….
Ateş Erkoç ile yaptığımız röportaj da haftaya sizlerle olacak. Hem kendi müzik hayatı hem de Bilgi Music Label hakkında yaptığımız derin sohbet için takipte kalınız. İki röportajı da okuyun hangisi daha eğlenceliyse tarafınızı seçin 🙂
Musmutlu hafta sonları 🙂
Yazar notu: Daha hızlı geçebilmek için telefonu annemin eline tutturdum benim yazma hızıma göre durdurup başlatıyordu, dedi ki “Ne kadar da güzelmiş sesi.” Bir dinleyiciye daha ulaştıysak… Artık annem de Spotify listelerine Can Kazaz ekliyor – çocukluğundan gelen müzik zevkiyle- Müzeyyen Senar ve Can Kazaz yanyana…