Geçtiğimiz günlerde, bugüne kadar muadillerini yurt dışı yapımlarından hayranlıkla takip ettiğimiz türden bir belgesel projesi olan Mountain Jam Session yayınlandı. Bu projeyi benzerlerinden ayıran en dikkat çekici husus ise kuşkusuz ki hikayesi.
Adapazarı’nda dağlık bir alanda, Berkay Karabağ’ın davul ekipmanlarını kurup amatör bir kamerayla kendi performansını çektiği sırada, bir sosyal sorumluluk projesi kapsamında bisikletle Londra’dan Japonya’ya yolculuk yapmakta olan Adam James Faulkner ve Timothy Stephens’ın oradan geçiyor olması tesadüfi bir karşılaşmaya sebep oluyor.
Yeterince iletişim kuramamalarına rağmen birlikte müzik yapmaya başladıklarında yakaladıkları harika uyum ile başlayan hikaye, akabinde Adam ve Tim’in bisikletle olan bu turlarını tamamlamak amacıyla devam ettikleri yolculuklarında; Berkay Karabağ’ın bu karşılaşmadan oldukça etkilenmiş olmasının da etkisiyle tekrardan iletişim kurup buluşma noktası belirlemesi ile bir projeye dönüşüyor. Buradan sonra hikaye Berkay’ın kısa sürede ekibini oluşturup, Trabzon’da Adam, Tim ve bu projeye tulumla eşlik etmek üzere Peşal Şimşek ile buluşması ve ilk etapta rotaya uygun olarak Bayburt Baksi Müzesi’nin olduğu bölgede daha sonra Ardanuç Cehennem Deresi Kanyonu’nda, kullanılan tek dilin müzik olduğu performanslar ile devam ediyor..
Alternatif Bir Yapım
Mountain Jam Session yüksek prodüksiyon bütçeleri ayrılmadan, samimiyetin ortaya koyularak, komünitenin gücünü gösterdiği bir proje. Son yıllarda dünya genelinde alternatif yapımların mainstream hale gelerek sanatın her alanında izleyici için daha anlamlı ve ilgi çekici olduğu göz önünde bulundurulursa, serüvenin doğallığı ve seçilen mekanların özü itibariyle içinde barındırdığı görkemin, izleyicisini etkileyecek olmasına şaşırmamak gerekiyor.
Hepimiz müziğin evrensel bir dil olduğu konusunda hem fikiriz ancak bunu içerisinde kurgu barındırmadan, samimi bir biçimde ortaya koyması bakımından Mountain Jam Session projesinin hafızalarda özel bir yer edineceği aşina…