Bunu okuyorsunuz:
Sınırları Olmayan Bir Dünyada Benzersiz Tarzıyla Uclercagri | Röportaj #53

Sınırları Olmayan Bir Dünyada Benzersiz Tarzıyla Uclercagri | Röportaj #53

uclercagri

Uclercagri 2 albümünün ardından 24 Haziran’da son teklisi Hayır Dünya’yı video klibiyle birlikte tüm dijital platformlarda paylaştı. Biz de bunu fırsat bilip uclercagri ile ilk albümü Turuncu’dan son teklisi Hayır Dünya’ya kadar olan ve devam eden yolculuğunu, gelecek projelerini, yaratımını ve daha birçok şeyi konuştuk.

Genelgeçer kuralların dışında söz yazımı ve “kusursuz olmayan” düzenlemesiyle kendi tarzını oluşturan uclercagri yaratımına ara vermeden devam ediyor. Uclercagri kimi çok derin kimi çok berrak şarkılarıyla gidebileceği en uç noktalara ulaşmaya çalışırken ve biz de onun her adımını merakla takip ediyoruz. Sizleri de uclercagri müzikal evrenini keşfetmeniz için röportajımızla baş başa bırakıyoruz.

 

Hoş geldin Çağrı, nasılsın?

İyiyim, teşekkür ederim. Sen nasılsın?

Ben de iyiyim, teşekkür ederim. Bugün birçok şeyi konuşacağız ama önce biraz kendinden, müzikal geçmişinden söz eder misin?

Tabi, müzik aile ortamımda başladı; birlikte çok müzik dinlerdik, çaldık da. Solaktım sağ gitar vardı, deneyerek hallettik. Duyduklarımı çalabiliyordum. Çünkü ilgimi fark etmem bir karışık kasetle başladı aslında. Karışıktı gerçekten, pop, rap ve rock müziği dinledim, hepsini de sevdim, o yüzden hiçbir zaman tam anlamıyla “bir şeyci” olamadım. Sonrasında genişçe bir cover repertuarı gelişti. Bilgisayarda başkalarının şarkılarını klasörlere bölüp albümler oluşturduğumu biliyorum, sonra baktım ki ben müziği bayağı seviyorum, yapabilirim hep. Ama 2019’a kadar yayınlama kısmı aklımda pek yoktu, öncesinde sadece yazıp kaydediyordum. Yalnızca müzik de yapmıyordum açıkçası, sadece yazayım, bir şekilde yazayım, bir şeyler üreteyim kafasındaydım. 2016-2017’de bir roman yazmayı denedim.

Hangi noktada şarkılarını yayınlamaya karar verdin?

Ben şarkıları Soundcloud’a yüklüyordum bir de karanlık ekran yapıp, telefonu ters çevirip video şeklinde Twitter’da paylaşıyordum. Sadece arkadaş çevrem dinliyordu yani. İşte Eski’yi mesela orada yazdım, o ilk albümdekilerin hepsi öyle. Probis’i besteledikten sonra – Probis bir şiirdi aslında –  bir arkadaşım neden yayınlamıyorsun dedi. Bunu hiç düşünmemiştim çünkü etkileşim biraz garip geliyordu, insanlara sunmak falan, içimde çok halledebilmiş değildim o zamanlar. Ama yaptım ve güzel oldu, sonra da kesintisiz devam ettirmeye dönüştü, yani olayımı buldum diyebilirim.

İlk albümün Turuncu 2018’de yayınlandı, bunların hepsi önceden yayınlayıp Soundcloud’a yüklediğin şarkılar mıydı?

Turuncu 2018 görünüyor, aslında 2019’un yılbaşı denebilirdi, aralığın son günlerinde çıktı. Onlar 2-3 yıldır yazageldiğim şarkıların bazılarıydı, yolladım. Sonra yine eskilerden yenilerden birleştirip Oyunlar’ı yaptım. O yüzden insanlar aradan 2 yıl geçmiş sanıyor ama aslında o kadar geçmedi. Bir de şu anda piyasa daha küçük ve hızlı üretimi öngörüyor olabilir, o yüzden sanırım ama bence albüm yılda bir güzeldir zaten. Belki de yılda 2…

 

 

“Kendi şarkımı sevmem zor…”

 

Spotify’da Ben Seni Nasıl Kaybettim S*kiyim 5 milyondan fazla, Kötüyüm Galiba 2 milyondan fazla dinlendi. Ve şu anda da en çok dinlenen şarkıların bunlar orada. Bunların öne çıkacağını düşünüyor muydun?

Kötüyüm Galiba’nın öne çıkmasını isterdim aralarında. Zaten o sonradan yükseldi, şaşırdım hatta çünkü ben seviyordum. Ama Ben Seni Nasıl Kaybettim için pek öyle bir fikrim yoktu ama yayınlanması yönünde baskı görüyordum açıkçası. Mesela Galiba Asla’yı da seviyordum ama galiba sound olarak biraz sert kaçıyor. Şarkıların milyonlara ulaşması benim sevmemle olmayabiliyor yani. Bana sorarsan ikinci albüm daha iyi; ama dinlenmeleri aynı değil.

Peki potansiyeline ulaşamadı dediğin bir şarkın var mı?

Ne kadar dinlenirse başarılı sayacağımıza bağlı olarak…

Senin için… Senin kriterlerine bağlı olarak. 

Benim için… İzin Verir Misin güzel bir şarkı bence. Hatta Batu Akdeniz de özellikle onu sevdiğini söylemişti, yani orada vermek istediğimi aldı. Dinleyicilerden de böyle düşünenler oldu ama Spotify’da en popülerler arasına girmedi. İzin Verir Misin’i seviyorum. Bir de ben kendi şarkılarımı eleştirmeyi de severim, kendi şarkımı sevmem zordur yani; ama İzin Verir Misin gibilerini seviyorum.

Kendi şarkılarını eleştirmen güzel aslında.

Öyle diyorlar ama bence zorluk biraz. Tatmin olmam biraz zor.

İkinci albümün Oyunlar Nisan 2020’de, pandemi kısıtlamaları başladıktan 1 ay sonra yayınlandı. Sence bu zamanda yayınlanmasının albüm için artıları eksileri neler oldu?

Artısı şu olabilir, insanlar kapanınca müzik dinlediler yalnız başlarına. Hatta onu şeyde görüyorum, yakın zamanda kısıtlamalar kalktı, tatil dönemi başladı, benim ve birçok arkadaşımın istatistiklerine hemen yansıdı. Benim müziğim biraz yalnızlık çağrıştırdığı için insanlar tatil yerlerinde Kötüyüm Galiba dinlemek istemiyor olabilir. O yüzden beni evdeyken daha çok dinlemiş olabilirler. Ama işte konser… Bir de mental sağlık boyutu var; örneğin ben bazen evden çıkmıyorum ama yasak olduğu zaman çıkasım geliyor, o yüzden ben de zorlandım. Bütün bunlar hiç olmasaydı daha iyiydi tabii, büyük ihtimalle süreç daha hızlı ilerlerdi, şu anda yayınladıklarımı belki daha önceden yayınlamış olurdum.

 

“İstediğim, ne kadar açılabildiğimi görmek…”

 

Albümlerinin kayıtlarını evde mi yaptın?

Evet, iki albümün de tamamını kendim çaldım, kendim kaydettim. Bir şekilde stüdyo veya başka insan yoktu, yani vokal yapmış arkadaşlarımız var onlar dışında yok. Ama sonradan başkalarıyla çalışmaya başladım, mesela Renklerim’i getirdim, Soft Analog’la düzenledik, birlikte kaydettik. Onların dokunuşu çok güzel oldu. Sonra Hayır Dünya’da yine Soft Analog’dan Ömer’le çalıştık. Arkadaşım ve producer olarak da anlaştığım bir insan, bilgisayarın başına geçip çalışabileceğim biri. Şimdi bu konularda daha açığım stüdyoya gitmeye, daha farklı kayıtlar denemeye… Zaten istediğim ne kadar açılabileceğimi görmek, çeşitlendirebilmek.

Şarkılarını yaparken bir ilham anını mı bekliyorsun yoksa belli bir düzenin var mı?

Eskiden oturduğumda 15-20 dakikada yazıp bitirmeye meyilliydim. O dikkat aralığında çıktıysa, bir daha düzeltmen gerekmiyorsa o şarkı tamam oluyordu; ama şimdi şarkılar üstlerinde çalışmaya daha açık olmaya, daha keyifli olmaya başladı. İlham kesinlikle önemli ama nereden geleceği hiç belli olmuyor, zaten neye benzer bir his olduğunu da tam anlayamıyorum.

Aslında, sabah kalktığında belli bir çalışma düzenin var mı yoksa içinden geldiği zaman mı yazıyorsun demek istemiştim.

İçimden geldiği zaman yapıyorum. Ve içimden de geliyor o yüzden düzenli oluyor (gülüşmeler) ama tabi zorlamak çok iyi değil. Hiçbir şey yapmadığım günler oluyor yani.

Soft Analog’la bir şarkınız var, Renklerim. Şarkı çok çok güzel ve grupla çok güzel bir uyum yakalamışsınız. Onlarla çalışma fikri nasıl ortaya çıktı? Bir de galiba bir günde kaydetmişsiniz şarkıyı, kayıt nasıl geçti?

Aynen öyle oldu. Ömer ve İdil, arkadaşlarımın arkadaşlarıydı, iyi anlaşınca şarkı mı yapsak dedik. Bir gün toplanalım, ne çıkıyor bakalım gibi bir muhabbet olmuştu ama ben ya istediğimiz gibi olmazsa falan diye düşünüyordum. Bir gün sabaha karşı Renklerim çıktı. Tamamlayamadım ama müziği belirginleşmişti kafamda. Bir araya gelince oturdu, sonra şarkı tamamlandı, bayağı dopdolu bir gündü. Kayıtlar dahil bir günde yapılabilmesi güzeldi -ki sadece yazacak olsak bir günde de yapılabilir, kısa bir süre değil, hatta bazen fazla olabilen bir süre.

 

 

“Gelip görüp yenildiler…”

 

Turuncu albümünde bir şarkı var, Oyna Devam. O şarkıyı her dinlediğimde “saldırılmış” hissediyorum ve birçok insanın da böyle hissettiğini düşünüyorum. Peki sen şu an bu hayata ait hissediyor musun? Müzikal olarak şu an olmak istediğin yerde misin?

Derin bir soru oldu… Müzikal olarak olmak istediğim yerde değilim, çünkü yeni yaptığım şarkıları eskilerden daha çok seviyorum ve bu hep böyle gidiyor. Kendime göre olmak istediğim yerde olabilecek miyim, onu zaten hiç bilmiyorum ama insanlara göre belki de tam olmam gereken yerdeyimdir. O başka insanların belirleyebileceği bir şey; ben onlarla paylaşıyorum. Belki 3 yıl falan sonra sözleri azaltıp biraz da öyle deneyeceğim, belki başka bir şey yapacağım. Yani her şey plan boyutunda şu an, kesinlikle şu yoldan gideceğim gibi bir düşüncem yok, müziğim de değişim halinde. Bu yılın sonunda bir albüm yapmayı düşünüyorum, insanlar bunu anlayacaktır zaten.

Gerçekten mi? Çok güzel bir haber bu!

Onun da haberini vermiş oldum. Hayata ait hissetmek konusunda da… Ben iç dünyamda kavgalı bir insanım. Bu hem zor hem çok güzel bir şey. Belki bilirsin. Her şeyle başa çıkmak kolay değil, tavırlar, kendi kafandakiler falan… Aidiyet benim için başlı başına bir mesele.

Buradan Hayır Dünya’ya geçmek istiyorum çünkü o ve Oyna Devam aynı evrene ait farklı bakış açılarıyla dünyayı yorumlayan şarkılar. Ve şunu merak ediyorum, sence dünyaya yenilmek, kendi istediğin gibi olsun diye direnmek ve bu yolda zarar görmek mi,  yoksa akışa uyum sağlarken kendinden ödün vermek mi?

Hayır Dünya’daki yenilmek biraz ilkiydi… Ya ben orada aslında kendimden çok dinlediğim, hayatlarını merak ettiğim, kendimi yakın bulduğum insanları anlatmak istedim. Çünkü zamanında bana yaşamayı öğrettiler, başka bir dünyayı gösterdiler. Bazı insanlar yazar da, şair de, hiçbiri de olsalar, düşünülenin aksine hayatları o kadar da güzel gitmiyor. Genelde küçük şeylerin, anlık şeylerin peşinden istemeden koşan insanlar ilgimi çekiyor. “Ben bunlardan biri değilim.” diyemeyeceğim için böyle bir şarkı yazdım; çünkü anlıyorum. “Çocuk gibi büyülendiler, gelip görüp yenildiler…” sözünün sebebi bu. Bunun içine unutulmama takıntısı girebilir, onca anlamsız şeyin ortasında biraz kalıcı şeyler yapmayı istemek olabilir ya da sadece piyasada büyük olmak olabilir. Renklerim de biraz daha ikincisine yakın mesela, bir şekilde devam ettim, bundan sonra da edecek gibiyim. Ne kadar taviz versem de, gibi bir kafaydı yani. Sabaha karşı yazılan bir şarkıydı, sabah şarkısıydı.

Bu belli, çok umut dolu bir şarkı Renklerim. Peki Hayır Dünya’nın klibindeki görüntüler, o sekanslar şarkının dinamiğine çok uyuyor, izlerken çok keyif veriyor dinlediğin şeyle bu kadar uyumlu olması. Klip sen şarkıyı yazdıktan sonra mı çekildi?

Evet, arkadaşlarım Berat ve Cenk yönetmen olma yolundalar ve bayağı bir şey yapıyorlar bunun için. Ben onlara güveniyorum, yeteneklerini biliyorum bu yüzden tabii ki ilk klibimi onlara yaptırmak istedim. O dönem de elimize kamerayı alıp her şeyi halledebileceğimiz bir dönem değildi; covid vardı çünkü. Biz de hadi güzel şeyler bulalım, kendi çektiklerimizle bir araya getirelim, karma bir şey oluşturalım, dedik. Ve en son haline gelene kadar bayağı bir değişti ama en sonunda yakaladık. Ben bir yandan da çok obvious olmasını istemiyordum. Bambaşka bir şey olsun. Örneğin bir kaybolmada su fikri bunu bence güzel temsil ediyor, bu yüzden onu kullandık. Genel olarak ben de sevdim klibi. Tabii en son haline gelene kadar bayağı bir beynimde döndürdüm, nasıl olacak, nasıl yapacağız falan diye. Ama hep böyle olur yayınlanıncaya kadar. Bende öyle oluyor yani, kolay yolunu bulamadım.

Peki Fransızca sözleri sen mi yazdın?

O, Marguerite Duras’ın çok bilinmeyen bir röportajından. Söylediklerinin Türkçesi bayağı hoşuma gitmişti. Bir şarkımda kullanmak istiyordum zaten, sonra Hayır Dünya’yı yazınca burada kullanmaya karar verdim. Orada anlattığı şey aslında anlatamamaktı. ”Bunu biliyorum ama bununla ilgili konuşamam.” demesi çok etkilemişti beni. Şarkının sözlerine de uygundu, “Anlatmadan bil isterim”e çok uyuyordu. Şarkıya nasıl ekleyebileceğimi düşündüm; çünkü direkt oradan almak istemedim ve bir arkadaşımdan seslendirmesini istedim.

Ne güzel, tam yerini bulmuş o zaman. Peki dinleyicilerinden gelen tepkiler nasıldı Hayır Dünya’ya?

Ben tamamen kendimi tatmin ettim gibi hissediyorum orada. Şarkı sözleri müzikten bağımsızken de şiir gibi olsun istedim. Tabi ki sevdiler şarkıyı mesela sen çok sevmişsin, böyle olduğunda havada kaybolmadığını görüyorum ama “Bu çocuk ne anlatıyor?” falan deseler anlarım. O yüzden en ivmeli şarkım olmasını beklemiyordum -ki zaten olmadı. Bu sefer Hayır Dünya’dan farklı bir şey yapacağımı biliyorum sadece. Yorumlar güzeldi bu arada, kimse de “Şarkı olmamış abi.” demedi, sağ olsunlar ama bana bazen insanların bu kadar derin düşünmeye ihtiyacı yokmuş gibi geliyor.

Şarkıların düz değil, katmanları var ve bu bence çok güzel. Bir de ben Hayır Dünya’yı göklere çıkarırken “Ya işte öyle içimden geldi yazdım, çok da bir anlamı yok.” deseydin acayip bozulurdum. Bunları anlatman hoşuma gitti o yüzden.

Teşekkür ederim. Ya öyle şarkılar da var, öylesine yazdığım şarkılarım var ama biraz uğraşayım dediklerim de var. Oyunlar’da sırf 10 şarkı olsun diye Güzelim’i yazdım. Bir trickti güzel olan bendim. Öyle küçük komik bir durumu var.

 

 

“Ne güzel gelirse onun arkasından koşmaya çalışıyorum…”

 

 İlk iki albümünün old school bir tarzı vardı ama Sevin ve Hayır Dünya’nın daha sentetik bir soundu, daha dreamy bir aurası var. Ve senin de dediğin gibi sanki içinden gelenin direkt kendini dışarı vurması değil daha ne yaptığını biliyormuş gibi bir şekilde yapılmış gibiler. Bu değişimi bilinçli bir şekilde mi yaptın, artık şarkılarımı böyle yapacağım mı dedin, yoksa akışta kendiliğinden mi bu hale geldi şarkıların?

Evet akışta gelişiyor, yani ben biraz daha ses kalitesi yüksek kayıtlar yapmak için onları öyle yapmadım. Zaten baktığın zaman Sevin’de de Renklerim’de de bir çiğlik vardı yine. Sevdiğim için biraz bırakıyorum. Ama Hayır Dünya’da kendimizi tutamadık, böyle yakıştı. Rastlantısal oldu, denemek istedim. Sıradaki şarkıların hiçbirinde eski havayı yansıtmayacağım diyemiyorum çünkü seviyorum, ara ara yansıtmak durumundayım o yüzden.

Peki şu an soundumu buldum diyor musun, yoksa deneyerek göreceğim mi diyorsun?

Aslında ben biraz sound bulmama çabasında olabilirim. Değişen bir yolculuk olsun istiyorum, illa ki tanıdık şeyler olacaktır işte sözler, melodiler, vokal; ama kendimi şaşırtma isteğim de ağır basıyor. Hani uclercagri özelinde tutup da komple janrı başka bir yere taşıyamam artık, sadece, kendi içimde çok tutarlı olma çabasında değilim. Aklıma ne gelirse, ne güzel gelirse onun arkasından koşmaya çalışıyorum.

Geçmişte, 60’larda 70’lerde mi müzisyen olmak isterdin yoksa günümüzün koşullarını mı tercih ederdin?

Ben kesinlikle geçmişte olmak isterdim. Şimdi çok klişe olmamaya çalışacağım ama o zamanın metodları daha güzelmiş gibi geliyor bana. O zamanlar günümüzün üretim endişeleri daha azdı ve buna rağmen bir şarkının hakkıyla sevilmesi daha olasıydı. Herkes aynı şeyleri yapıyor demek istemiyorum ama artık buna gösterilen cesaret daha az.

Sence orijinal bir şey yaratmak günümüzde mümkün mü?

Zorlaşsa da mümkün bence; sonu yok. Ama belki karşılığını sonradan almayı göze alman gerekir. Hani değer mi görmek istiyorsun, olayın ne, ne istiyorsun, biraz ona bağlı.

Peki geçmiş demişken şunu sorayım, araştırma yaparken interneti mi tercih edersin kitapları mı?

Mümkünse kitapları. Yani artık internette her şey var güya, herkes her şeyi bulabiliyor, işte ben bulamıyorum. Bence internette her şey yok.

 

 

“Kendimden olsun istiyorum…”

 

 Hikayesini paylaşmak istediğin bir şarkın var mı Çağrı?

Hikayeleri karışık aslında; kurguladığım şeylerle yaşanmışlıkların iç içe geçtiği şarkılar da var, direkt yaşanmış olanlar da var. En çok dinlenen, en hikayeli görünen şarkımı “Kesin böyle bir şarkı vardır.” diye yazdım açıkçası. En “gerçek” hikayesi olanlardan birisi 04:04. O, direkt olayın gecesi oldu, amfi bile kapalı, kendi kendini anlatır cinsten.

Şarkıların, özellikle ilk iki albümde olanlar biraz kabare şarkıları gibi ve başka şeyler de yazıyorum dedin, hiç tiyatro oyunu falan yazmayı düşünüyor musun?

Ben aklıma gelen her şeyi hiç ayırmadan kaydediyorum. Ben kullanmazsam bile belki arkadaşıma bir fikir olur veya ne bileyim, belki çok ileride sıkılıp ümidimi yitireceğim -ki zaten her zaman da ümitli bir insan olmadığım için, o zaman başka bir şey istersem onları da yaparım diye aklıma gelen film sahnelerini kaydediyorum. Tuhaf oluyorlar bazen ya da durgun dram. Onları “Ya ben müzisyenim.” diye boş vermiyorum, her şey olabilir, her şeye açığım.

Sözlerine, müziğine ilham veren isimler var mı? Yazarlar olabilir, müzisyenler olabilir…

Ben yılmaz bir The Smiths hayranıyım, Morrissey’nin o dönemdeki bütün sözlerini severim. Tüm yaşadıklarımı yazmış. Aslında sayısızdır etkilendiğim insanlar, hepsinin kendimce bir birleşimiyim büyük ihtimalle ama benimkiler kendimden olsun istiyorum. Müzisyenler dışında Edip Cansever’i, Ahmet Erhan’ı seviyorum, Oğuz Atay’ı genel olarak, bir insan olarak seviyorum. Sevin ona bir ithaftı. Ortak noktaları burukluktan beslenmeleri ve buruklukla insanları beslemeleri olabilir bu kişilerin. Uymak zorunda olup zevkle uymadığımız şeyler, çünkü yaptıklarımızın çok azının içimizden gelmesi, falan… Yani öyle şeyleri seviyorum. Biraz hüzün seven bir insanım. Asıl güzel olan hüzünmüş gibi geliyor.

 

 

“Genç olmak, sahip olabileceğimiz en güzel şey…”

 

Pandemi kısıtlamalarıyla 1,5 yıl geçirdik. Bu süreçte bir albüm ve üç tekli yayınladın ama bunun dışında bu zaman nasıl geçti? Kısıtlamalar yaratımını nasıl etkiledi?

Açıkçası kötü etkiledi, yani ilk başta iyi etkilediğimi düşünüyordum ama biraz da nefes almak, gerekirse üzülmek, yine çuvalladım demek lazım. Hayatı dolduramıyorsun, kendine sarıyorsun sonra kendinden sıkılıyorsun, o açıdan kötüydü. Geçen 2 yılda yaşayabileceğim şeylerin çok azını yaşayabildim, kendime döndüm. Keşke daha çok yaşayıp yazsaydım. Başlarda benim için güzeldi aslında. Çünkü evi severim, çıkarsam tek çıkarım çoğunlukla. Ama dediğim gibi yasak olması ve insanların sürekli negatif olması çok boğucu. Artık kimsenin enerjisinin kalmadığını hissediyorum. O da beni etkiliyor çünkü eskiden sanki daha cıvıl cıvıldı, şu anda yine dışarı çıkıyoruz ama kimsenin gözünde o ışık kalmadı. Bunun toparlanmasını istiyorum çünkü bunları yaşayanlar genç kişiler ve ne olursa olsun genç olmak sahip olabileceğimiz en güzel şey.

Konserler yeniden başladı hatta sen de Soft Analog’la birlikte sahne aldın. Sahnelere dönmek nasıl bir his?

Müthiş bir his! Çalmak hep çok güzeldi zaten. İlk kapanmada Instagram’dan mini konser gibi canlı yayınlar yapıyordum. Sonra çok yaptım cılkı çıktı, her gece her gece… Bir de kendi şarkılarımı çalmama huyum vardı benim uzun bir süre, o yüzden canlı yayınlarda hep cover çaldım. Ama bir yandan da hep bekledim bir konsere çıkmayı. Ben gerçekten her yerde çalabilirim. Az insan, çok insan önemli değil, icrası her zaman zevkli. Şimdi konserler başladı ama tabi iki yıllık bir götürüsü oldu. Ben, dediğin gibi, ikinci albümü yaptıktan sonra çıkmaya başlayacakken. Ama devam etmek durumundayız, bundan sonraki fırsatları değerlendiriyoruz, planlar var, umarım yakın zamanda olur.

 

 

“Albüm daha bütünlüklü geliyor…”

 

 O zaman… Gelecek projelerin neler?

Gelecek projelerim… Bir tane single var umarım bu ayın sonuna falan yetiştiririm. Sonra da albüm yapmak istiyorum. Ben zaten anlaşıldığı üzere albüm seven biriyim, direkt iki albümle girdim, 2 yıl boyunca single yapmadım. Bana daha bütünlüklü geliyor. Yani singlelarıma güveniyor olursam tabi ki yayınlıyorum, bu yayınladıklarımı sevdiğim için yayınladım ama single çok tek başına kalıyormuş, çıplak kalıyormuş gibi hissediyorum. O yüzden albüm yayınlamak istiyorum, 10-13 şarkı, belki daha küçük. İşte öncesinde single’lar gelir, söylemesi kolay ama bayağı mesele bu kayıt işleri. Ama istiyorum. Seneye de baharda falan bir albüm daha yapmak istiyorum hatta.

Gelecek olan albümlerinle, şarkılarınla ilgili bir şeyi öğrenmek istiyorum, eski albümlerine benzeyecekler mi sound veya vibe olarak?

Benzeyenler var ama fark olarak tekdüzeliği biraz daha aşacaklar. Daha melodik yani. Fark bu diyebilirim. Sözlerde de ben değiştikçe bir değişim oluyor mutlaka. Genel olarak şu ana kadar yayınlamadığım moodlarda şarkılarım da oldu. Biraz ilginç. Çok da bir şey söyleyemiyorum ama ikinci albümde de sezdirdiğim bir şeyin daha ileri bir versiyonu diyebilirim.

Bir de kısa sorularım var, satın aldığın ilk albüm neydi?

Kim aldı hatırlamıyorum ama elime ilk geçen Linkin Park’ın Meteora albümü vardı. Kendi aldığım Camel – The Snow Goose galiba; ama hediye gelmiş de olabilir. Bir tane The Beatles – Revolver kaset var, o da hediye. Genelde hep hediye yani.

İzlediğinde, dinlediğinde seni çok etkileyen ilk grup veya müzisyenler kimler?

The Beatles dinlediğimde bunun ömürlük olacağını anlamıştım. Başka açılardan Opeth de öyle. Sonra The Strokes gibi, hayatımın belli dönemleriyle bayağı özdeşleşmiş gruplar var.

Unutamadığın bir konser var mı, seyirci olarak gittiğin?

2013 The Wall çok iyiydi! Zaten herkes için efsaneydi o. Mac Demarco çok güzeldi. Türk olarak da ben Kurban’ın enerjisini çok seviyorum, iki kez dinledim, çok iyi grup.

Tekrar tekrar izlediğin bir film var mı?

American Beauty’yi yılda 1-2 izlerim. Bir de Halloween gibi kült korku filmleri var.

Son zamanlarda kimleri dinliyorsun?

Son zamanlarda ben tamamen keşif olayına yöneldim çünkü artık aynı şeyler yormaya başladı. Trap de dinlemeye başladım. Bir ara The Weeknd, hani böyle die hard fanlarından değilim ama bence çoğu işi üst düzey. Şu sıralar çok fazla klasik müzik dinliyorum. Klavyecimiz aynı zamanda klasik piyanist, o da bana sürekli bir şeyler atıyor yani klasik müziğe bayağı bir dalmış durumdayım. Bir de 1001 Albüm diye bir kitabım var, ondan da seçtiğim oluyor. Ölmeden önce dinlenmesi gerekiyormuş, peki diyorum.

Çok sevdiğin, seni etkileyen bir kitap var mı?

De Profundis, Oscar Wilde’ın hapisteyken manitasına yazdığı bir mektup. Tomris Uyar’ın Yaz Düşleri Düş Kışları var. Tek cevap verelim Martin Eden.

Benim sorularım bitti, cevapların için çok teşekkür ederim Çağrı. Umarım röportaj senin için de keyifli geçmiştir.

Bayağı güzeldi, ben teşekkür ederim.

 

Yeni şarkılardan, konserlerden haberdar olmak için uclercagri’yı Instagram, Twitter ve Youtube üzerinden takip edebilirsiniz.

 

Bu içerik size ne hissettirdi?
ehehe
0
ilginç
0
kalp <3
6
karasızım
0
olamaz!
0
üzücü
0