Yerli sahnede hem iş birlikleriyle hem de solo projeleriyle adını sıkça duyduğumuz Umut Er ile çok keyifli bir röportaj yaptık.
Son röportajımızdan bu yana prodüktör kimliğiyle de öne çıkmaya başlayan Umut Er, diğer yandan da hız kesmeden kendi şarkılarını yayınlamaya devam ediyor. Kendi şarkılarında inanılmaz işler başaran Umut, yeteneği ve vizyonuyla TNK, Can Baydar, Batu Akdeniz’in projelerindeki harika dokunuşlarıyla da dinleyen herkesi kendine hayran bırakıyor. Biz de ismini Talented Mr. Ripley filminden esinlendiğimiz bu röportajımızda Umut Er ile yeni şarkılarını, iş birliklerini, var olmaya ve büyümeye dair birçok konuyu uzun uzun konuştuk. Biz, konuşurken hem çok güldük hem de duygusal olarak yerden yere vurulduk. Sizlerin de bu duygusal roller coaster’dan benzer hislerle ayrılacağınızı düşünüyor ve sizi röportajımızla baş başa bırakıyoruz. Keyifli okumalar!
Hoş geldin Umut nasılsın?
İyiyim, çok teşekkür ederim. Sen nasılsın?
Ben de iyiyim teşekkür ederim. Yeni şarkın Sen Mutlu Ol yayınlandı. Çok güzel bir şarkı. Ondan konuşarak başlayalım mı? Sana biraz boş alan bırakmak istiyorum. Yaratım sürecini, şarkının hikayesini biraz anlatır mısın?
Sözlerden de anlaşılacağı üzere yeni yazılmış bir şey değil. 24 yaşında yazmıştım o parçayı. Parçayı yaptıktan sonra da klasörlemiştim. Benim çok sevdiğim bir abim var, metal grubum Afterburner’la çalışırken kendisiyle tanışmıştık. Retro Stüdyolarında hocamız oydu diyebilirim, ismi Barış Yetkin. Bir gün onun spesifik bir kabloya ihtiyacı olmuştu. Ben de benimkini verdim kullanması için. Sonrasında geldi “Çok teşekkür ediyorum, ben de sana bir tane mix mastering hediye ediyorum, ben yapacağım.” dedi. Abi dedim, saçmalama bunun karşılığı bu mu? Kaç bin liralık işlerden bahsediyorsun ben bir tane kablo verip geri almışım.
Çok seviyor beni sağ olsun, ben de aynı şekilde onu çok seviyorum. Sonra düşündüm hangi şarkıyı Barış abi yapsa güzel olur diye. Tabi ki hepsi çok güzel olur kendisi inanılmaz bir mühendis çünkü. Ama o dönem daha ballad bir şey olsun istedim ve ona Sen Mutlu Ol’u gönderdim. Belki Barış abi bana mix yapmak istemeseydi yıllar boyunca duyamayacağınız bir parça olabilirdi. Çünkü çok sonra yayınlamayı düşünüyordum.
Parçanın hikayesine gelecek olursak sözlerde hibrit bir hikaye var. Bir sevdiceğe söyleniyor tabi ki neredeyse her parçam gibi. Ama o sevdicek bir sevgili değil. Anneme yazdığım sözlerdi. “Kendime gelemedim 24 senedir” dememin nedeni, onun 24 senelik bir enkaza sahip olmasıydı. Küfür etmeme falan taktığı anlar aklıma gelmişti, “Sinirliydim belki çok fazla kükredim” “Ama bir tek sen dinledin”… Sen mutlu ol, beni bırak sonsuz ol yoksa bela olacağım başına, beni düşünerek yaşayamazsın gibi bir şey söylemeye çalıştım aslında.
Çok tatlı bir hikaye bu. Diğer şarkılarından biraz farklı bir şarkı bu, peki sen hiç farklı personalarda farklı projeler yaratmayı düşündün mü?
Düşündüm. Hatta bu çok taze bir konu aslında, çok güzel denk geldi. Benim Afterburner diye bir gerçeğim var. O ilk çalışmam olsa da ben hala metalciyim. Hala köpek gibi Periphery, Tesseract dinleyen biriyim. Progresif metal, benim Spotify’ıma baktığında en çok dinlediğim genre olarak gözükecektir. Hem Afterburner var, hem de Batu’yla Heavysky diye bir olayımız var. Biz o projelerin hiçbirinde Türkçe müzik yapmadık. Sonrasında bir anda “Türkçe solo proje yapar mıyız? Yaparız.” muhabbetiyle diğer projeler oldu. Ben yine ara sıra yayınlıyordum İngilizce parçalarımı.
Mesela Zor Bir Yıl albümündeki Illusion falan, albüme dahil etmiştim ama çok eski parçalardı. O zamanlar yeni İngilizce parçalar yapmıyordum. Şu an yapıyorum ve birikti. Bayağı İngilizce parçam var. Bunları Umut Er projesinden yayınlamak benim için sorun değil. Ama metal bir İngilizce parçayı Umut Er projesinden yayınlamak garip olabilir çünkü paletin çok dışında kalır. O konuda şey düşünmüştüm, acaba bir metal projesini tek başıma da yapsam bir grup ismiyle mi yayınlasam? Bunu ortak bir şekilde Batu’yla da düşünüyoruz. Belki böyle İngilizce sözlü bir albüm gelir.
Karıştı Her Şey’i sormak istiyorum. Son şarkına göre alev alev bir şarkı. Yeni yazdığın bir şarkı mı?
Eski bir parça. Yeni bir parça olması mümkün olmuyor çünkü yeni parça her zaman en son yayınlanan oluyor. Ve yayınlama süreçlerinde uzamalar olduğu için genelde aksama durumu söz konusu oluyor.
Aşk senin için toksik olma yoluna gidebilen bir şey mi Umut?
Aşk benim için hep toksik oldu. Bu benim isteğimle olan bir şey değil ama. Benim için bir gaye değil. “Böyle bir sınava girmeliyim.” diye bir şey yok ama yaşadığım şeyler öyle denk geldi üst üste. Öyle insanlar seçtim demek ki. Karıştı Her Şey’i kız arkadaşımdan ayrıldığım dönemde bir barda oturup yazmıştım. Yemeklerin altına konulan kağıtlar vardır ya publarda, onun arkasına yazmıştım. Ayrıldığım kız arkadaşımla ilk oturduğumuz mekanlardan biriydi. Evimin önünde bir yerdi, Bahçelievler’de Ankara’da. Tek başıma oturuyorum, saat olmuş gece 1-2. İşte “Oturduğumuz yerde, oturduğun yerdeyim” diye başlamıştı. Ama ne duvarlar ne de bar aynı, o zaman restorasyona girmişti çünkü orası (gülüyoruz). Oradan çıktı. Kendinle cebelleşme durumu söz konusu yine. Bir ben değişmeyi unuttum demesinin nedeni o. Yani suç birinde değil aslında. Birazcık kendini sevmeme durumu var.
Bir gün senin şarkılarını senfonik bir şekilde dinlemeyi çok isterim. Şarkılarına gerçekten çok yakışır.
Bu söylediğin, 7-8 yaşındaki Umut’un hayali. Dayımın bir gün Metallica San Francisco Senfonik konseri DVD’si alıp eve gelmesiyle başladı ve orada karıştı her şey (gülüyoruz). Onu izledikten sonra nevrim döndü benim. Senfonik bir konserin önünde dört tane metalcinin olup bunun sentezlenebiliyor olması fikri aklımı başımdan aldı.
O günden beridir yaptığım hiçbir işin yaylı koymadan, bir brass section yazmadan tamamlandığını hissetmedim. Tabi bunda konservatuvar geçmişimin olması, orkestrada çalışmış olmamın da etkisi vardır büyük ihtimalle. Belki sadece son zamanlarda yaptığım vintage soundlara uğradığım parçalarda yapmamışımdır. Genel olarak hep var ve bu benim en büyük hayalim. Partisyonları bile elimde hazır. Çalacak bir orkestraya, bir maestroya denk gelsem, kitlem yani bilinirliğim ve ekonomik koşullar yeterli olsa kesinlikle yapacağım bir iş.
Kitlen olarak çok isterim (gülüyoruz). Senin birbirinden çok farklı şarkıların var. Kendi içinde yaratımın akmasını durduran bir şey değil mi bu kadar geniş düşünmek?
Yaratım sürecim, benim için mainstream sanatçılar için olduğu gibi bir iş değil. Ben hayatımı başka şeylerle idame ettiriyorum. Aranjörlük prodüktörlük yapıyorum, sahne alıyorum. Bu nedenle yaratım benim tamamen keyfimle alakalı bir şey. O an ne istiyorsam onu yapabilme cüretinde olduğumu düşünüyorum. Yayınlamadığım parçalar arasında gerçekten arabesk parçalar var. Eğer bileşenler bir noktada birbirine oturuyorsa benim için tamam oluyor. Ve bunu yayınlamaktan çekinmem.
Beğenmezler, diye mi düşüneceğim? Zaten aylık dinleyici sayım belli. Ve ben böyle olmasını çok seviyorum. Hiçbir zaman beni milyonlar dinlesin kafasında olan biri değildim. Mesela senle konuşuyoruz ve bu benim için aslında o kadar özel ki. Senin o müziği gerçekten sevdiğini hissedebiliyorum. Arkada çalmasını istemiyorsun, o müziği dinlemek istiyorsun. Evet benim dinleyicim böyle olsun işte. O yüzden benim için hiç zorlayıcı bir şey değil. Benim bu sene bitmeden belki bir sonraki projem örnek veriyorum bir türkü projesi de olabilir. Ki kesinlikle olacak da önümüzdeki zamanlarda. Yani beni tam tersine ilhamlandıran ve şevklendiren bir durum.
Umut BİP! Akustikhane versiyonu seçim zamanında yayınlandı. Cesur bir hareket, senin de şarkıda anlattıklarından dolayı. Nasıl geri dönüşler aldın?
Müziğimi seven arkadaşlarım, dinleyicilerim çok beğendiler. Farklı bir şey olduğunu fark ettiler. En azından bir aşk parçası olmadığını fark ettiler. O parçanın prodüksiyonu beni çok mutlu ediyor. O şarkıda rock’ın yanında funky bir durum da var. Trompetlerin basların melodiyi çalması falan… Ondaki referanslarımdan biri Franz Ferdinand’dan Take Me Out’tu. Şarkıyı yazdığım dönemi tam hatırlamıyorum ama artık buramıza kadar gelmişti ben de içimdekileri öyle kusmuştum.
İstanbul’a taşındın. Hayatında neler değişti?
Çok fazla insanla tanıştım. Ben buraya ilk taşındığımda Cihangir’de Caner’in evinde yaşamaya ve çalışmaya başladım. Burçin Gülbahar, Yüksek Sadakat ve Batu Akdeniz ekibinin menajeri, bir sokak arkamızdaydı. Aynı zamanda Can Baydar’la da çalışmaya başladı. O komün durumunda, sürekli çay kahve içtiğim yerde bile biriyle denk geldiğim için iş gelmeye başladı.
İnsanlarla tanışıyorsun, nasıl bir ihtiyaç olduğunu öğreniyorsun, görünmeden bile işe dahil olabiliyorsun. Şu an benim yaptığım ama kimsenin bilmediği işler var mesela. Reklam müzikleri, çizgi film müzikleri…Yani İstanbul birazcık yaradı. Ama İstanbul’u sevmediğimi de hissettim. Buraya taşındığımdan beri mental açıdan normale göre 5-10 yıl daha yaşlandığımı hissediyorum. Şehrin enerji emici bir tarafı var.
Peki şarkı yazmanda bir şey değişti mi?
Değişmez olur mu? Farklı şeyler yazabilmeye başladım. Belki dinleyiciye öyle gelmeyebilir ama yeni yazdığım parçalarda müziğimin değiştiğini düşünüyorum. Çünkü farklı insanlarla çalışıyorum. Ve yaptığım şey sadece onların fikirlerini hayata geçirmek değil. Bu egoistlik olarak algılanmasın ama bu insanların iş yapmak için beni istemelerinin nedeni onlarla interaktivitemin güçlü olması. Sadece istedikleri şeyleri yaparsam herkesi mutlu ederim ki. Önünde iki tane buton var birine bas birine basma, 1’ler 0’lar mantığı gibi. “Hayır, onu öyle yapmayalım.” diyebildiğim için aranjör ve prodüktör olabiliyorum. O işi yapan birinin de bağnaz olmaması gerekiyor bence. Alışverişe açık olması gerekiyor. Ben de onlardan done alıyorum ve bu kendi işlerime yansıyor. Örneğin Batu Akdeniz, parçalarında çiğliği seven biri. Kendi parçalarında overproduced duyulan, ıslak duyulan steril duyulan şeyleri sevmez. O çiğlik o gitar tonundaki kötülük, o stereo imaj yani genişlik algısının daha dar olması Batu’nun daha çok hoşuna giden bir şey.
Veya Can Baydar’la çalışırken ondan bir şeyler alıyorum, Caner’le çalışırken ondan bir şeyler alıyorum. Bütün bunlar benim işime yansıyor ve ben de farklı şeyler yaratabiliyorum. İstanbul bu yüzden yaptığım işlerde beni farklı bir yere getirdi diyebilirim.
TNK’ye dahil olman nasıl oldu Umut?
TNK’nin davulcusu Hakan Kılıç, Heavysky’ın da davulcusuydu. Bizim Ankara’da sürekli çaldığımız Siyah Beyaz’da da davulcumuz Hakan’dı. Yani Hakan’la kaç kere çalmışızdır bilmiyorum, birlikte çok çalıştık. Sonra Hakan TNK’ye girdi. TNK’de de gitarda yine Ankara’dan Onur Işıklı vardı. O da inanılmaz bir gitaristtir bu arada. Onur’la Caner, karşılıklı olarak yolları ayırma kararı almışlar. O dönem Hakan beni arayıp, böyle bir durum var ben senin gelmeni çok isterim ama sen ne düşünürsün, demişti. O zaman da hem Batu hem de Ankara’da sürekli çaldığım yerler vardı. O nedenle “Zor durumdaysanız kurtarmaya geliyorum.” dedim. Benim kurduğum bu cümle hayatım boyunca benim hep bir yerlerde kalmama neden oldu. Yüksek Sadakat’te de aynı şekilde olmuştu, Batu Akdeniz’de de. Normalde Batu’da gitarda Che vardı. Che’nin bir dönem İngiltere’ye gitmesi gerekti. Batu’nun da kayıtları vardı, onun için gelmemi istedi. Tamam, dedim yaparım, Che dönünce devam eder. Che döndü ama ben de ayrılamadım. TNK de öyle oldu işte.
Hakan’la konuştuktan sonra Caner (Karamukluoğlu) beni aradı. Önceden birbirimizi biliyorduk, ben de TNK dinleyerek büyümüş biriyim zaten. Caner’e “Yardıma gelirim, siz de o arada birini aramaya devam edersiniz” dedim, gruba girdim ve bir daha bu konu konuşulmadı. İlk 1-2 konserden sonra Caner’le parçaların kayıtlarına, prodüksiyonlarına girmeye başladık. İlk yaptığımız parça, henüz yayınlanmadı ama çok fena bir parça. Biz onun aranjesini tamamlamıştık derken bir gün Caner bir demo gönderdi bana, Yok Çaresi… Dinledim ve gözlerim doldu. Hemen ona giriştik. Caner söyledi ben üstüne gitar çaldım, o günün gecesinde şarkıyı tamamen bitirdim. Ertesi gün Caner’e attım, o da bayıldı ve önce bunu yayınlayalım dedi. Öyle başladı TNK serüvenim.
TNK röportajında Caner, senin masa başı işleri yapabildiğini anlatmıştı. Sen işin prodüksiyon kısmını seviyor musun yoksa bu sadece iş disiplini mi?
Çok seviyorum. O müziğin nasıl çıktığını bilmek ve onu yapmak beni çok mutlu ediyor. Sahnede çalmaya da bayılıyorum tabi ki. Bir yerde bin kişiye çalıyorsam bundan zevk almamam mümkün değil. İnsanlarla göz göze gelmek, o etkileşim… Ama şeyi düşünmek beni daha fazla cezbediyor bazen, ben bu notayı buraya koydum ya bunu evinde yağmurlu bir günde dinleyen biri şunu düşünecek. Onu böyle şekillendirmek gerçekten müthiş bir zevk.
Sen zaten icracı olarak Ankara’da bayağı iyi biliniyordun. Peki producer tarafın nasıl bir anda bu kadar ön plana çıktı?
Prodüksiyon kısmı benim için yeni bir şey değil. Anlatmıştım, Sercan Ulusoy’la biz çocukluktan beri arkadaşız. 7-8 yaşlarında birbirimizi ev telefonlarımızla arayıp birbirimize Linkin Park dinleten insanlardık. 2008’de birlikte konservatuvara girdik ve hala birlikte yola devam ediyoruz. Bir gün “Biz neden kendi kaydımızı yapmıyoruz?” deyip ilk ses kartımızı aldık ve her şey böyle başladı aslında. Sercan prodüksiyon kısmına benden çok önce başladı ve ben de çoğu şeyi ondan öğrendim zaten. Sonrasında da kendimi geliştirdim tabi. Bu konuda mütevazi olamayacağım, çok çalıştım. Önce kendi parçalarımı yaptım. Sonra Batu’yla çalıştık. Böyle böyle daha fazla masa başı tarafında olmaya başladım.
Geçen röportajımızda Yüksek Sadakat’in Aşk Toprağı şarkısından söz etmiştin. Ondan çok kısa bir süre sonra onlarla ilk kez sahne aldın. Görünce, manifestlemiş, demiştim. Nasıl başladı bu? Ve onlarla çalmak senin için ne ifade ediyor?
Çok önemli şeyler benim için. Şu senin de geldiğin İzmir konserinde Kenan (Vural) abinin “Benden sonra biri solist olacaksa o Umut Er’dir” demesi benim tüylerimi diken diken etmişti. Benim Yüksek Sadakat’le çalışmaya başlamam da çok ilginç oldu. Batu Akdeniz ekibi olarak Burçin Gülbahar’la anlaştıktan sonra ilk konserimiz Ankara IF’teydi. Ben orada tanıştım Burçin abiyle. İşte ilk yarıyı çaldık, kulise gittik oturuyoruz, Burçin abi geldi “Sana ilk iş teklifimi yapıyorum, Yüksek Sadakat’in gitaristi olmak ister misin?” dedi. Güldüm ben de, tamam abi sahne bitsin sonra eğleniriz, dedim. Çok ciddiyim, dedi. “Çok ciddiyim”in üzerine nasıl yani diye sorarsın değil mi? Ben, hayır, dedim. Batu’yla Bulut bana bir baktılar, Burçin abi “Nasıl yani?” dedi. Abi ben gitarist değilim ki solistim güya kendi çapımda, dedim. Yüksek Sadakat gitarist arayacak da beni mi bulacak kafasındaydım. Burçin abi de “Tamam sen bilirsin.” dedi ve o konu o gün kapandı.
Sonra bir gün 6:45’e Yüksek Sadakat geldi. Kulise gittik, tanıştık herkesle. “Aa Umut sensin!” falan diyorlar. Ben de Batu’yla çaldığımız için biliyorlardır diye düşünüyordum. Sonra Serkan (Özgen) abi geldi kulise, Umut napıyorsun, dedi. İyiyim abi, dedim. Tamam dedi ben seni arayacağım, parçaları da atarım. Ben şok oldum. Burçin abiye döndüm, bana “Sus.” diyor. Ondan sonra da Yüksek Sadakat’le ilk konserimize gittik. Afyon konseriydi hatta ilk iki konserimiz Afyon’da oldu. Çok güzeldi. Ben direkt gittim, soundcheckte sahnede ekstra yaptıkları şeylere baktık ve öylece sahneye çıktık.
Peki bugün de anmak istediğin biri var mı? Manifestleyelim, belki olur. Kiminle sahne almak isterdin?
Noah Gundersen diyelim madem olabildiğince, ki dediğin gibi manifest olsun. Noah Gundersen’ın roadiesi olmak bile isterdim. Avenged Sevenfold’un sadece tellerini getir götür yapan birisi olmak bile yeterdi.
Noah Gundersen’ın son albümünü sevdin mi?
Bayıldım. Adamın yaptığı müzik hayatını çok iyi anlatıyor. Karısından bahsediyor, köpeklerinden kedilerinden bahsediyor… Ve genel aranjmanlar olarak da o kadar güzel yansıtmış albümüne, pamuk gibi bir şey dinliyorsun. Noah Gundersen’ın yaptığı bir şeyi sevmeme ihtimalim yok sanırım.
Senin şarkılarına geri dönelim. Geçen sene bir gün storylerinde art arda demolarından parçalar paylaşmıştın. Ben de tabi ki bunların hepsini hatırlıyorum. Orada Bensiz Yarınlara diye bir şarkı vardı ve ben ilk dinlediğim günden beri o şarkının etkisinden çıkamıyorum.
Ona son iki haftadır ben de düştüm. Aslında sana attığım günden beri dinlemiyordum, bir yıla yakın olmuştur herhalde. Bir yerde internetim kesildi ben de telefonda olan şeyleri dinlemeye başladım. O gün Bensiz Yarınlara çok hoşuma gitti. Tıraşlanacak şeyler var sadece, o kadar. O parçayı sevmemizi sağlayan şey bence çok saf bir 2000’ler Türkçe pop rock parçası olması. Anlatılmak istenen zor anlatılıyor biraz. Benim de çok hoşuma gidiyor, belki yakın zamanda onu yayınlayabilirim.
Çaldı da bahsettiğim şarkıların arasındaydı. Biraz Çaldı’yı anlatabilir misin?
O şarkının içinde birkaç farklı element var. Biraz Mor Ve Ötesi’nden alınan şeyler var, özellikle gitarda chord progressionlarda. Altyapıda yine BİP’e benzeyen funk bir durum var. Hikayesi şöyle o şarkının, benim bir crushım vardı Ankara’da. Hafif de bilinen biri ama tam ünlü de değil. Ben onu öncesinde hayranlıkla takip ediyordum. Bir gün ben Siyah Beyaz’da çalarken kalabalıkların arasından girdi işte. Sonra biraz zaman geçirme şansımız oldu ama çok imkansız bir durumdu. Ben de onu o şekilde kaleme aldım.
Hala dinleyici olarak heyecanını koruyabiliyor musun Umut?
Tabi ki. Mesela Noah Gundersen (gülüyoruz) yeni bir albüm çıkardığında, ki takip ediyorsan biliyorsundur kendisini çok promote eden biri değil, bir anda “Albüm çıktı.” diye paylaşıyor. Ben o sırada başka bir işteysem dinlemek için acilen eve gitmek istiyorum. Ama New Music Friday’de heyecanımı koruyamıyorum. Yeni ne çıkmış diye yerli müzik kataloğunu dinlediğimi açıkçası çok hatırlamıyorum çünkü ne zaman yapsam hüsranla sonuçlandı. Ama sevdiğim sanatçıların yeni işlerini dinlemek çok hoşuma gidiyor. Yeni bir şey yaratmamı sağlıyor. Bu biterse zaten ben de jübilemi yaparım.
Stendhal sendromu diye bir şey var bir sanat eseri karşısında kendinden geçme durumu. Şarkılarda da bazen bir doyum hissi oluyor, tamam diyorsun, ben bu şarkı olmuşum. Senin için öyle bir şarkı var mı?
O sürekli hissedebileceğin bir şey değil sanırım. Ama hayatımın belli dönemlerinde inanılmaz anlamlar kazanan parçalar oldu. Aklıma ilk gelen şey oldu, ben çok büyük bir Oasis fanı değilimdir hatta toplasan 3-4 parçalarını bilirim. Psikolojik olarak çok iyi olmadığım bir dönemdi, bir gün yürürken Stop Crying Your Heart Out dinliyordum, bir anda “Hold on…” dediği yerde sokağın ortasında hüngür hüngür ağladığımı hatırlıyorum. Nefesim falan kesilmişti artık. O an gerçekten o parça olmuştum.
Aşk senin için hayatın temel elementlerinden biri mi?
Asla değil.
Bütün şarkılarında aşk var ama. Hatalarım diye bir şarkın var mesela, dinlerken tamam diyorsun bu bir iç hesaplaşma şarkısı. Sonra en sonunda “Sensiz pazarlarım…” geliyor. Şarkı yine birine bağlanıyor.
Söylediğinde çok haklısın ama aşk benim için asla hayatın temeli olmadı. O yüzden anlatmama neden olacak kadar kötü ilişkiler yaşadım. Ben işkolik biriyim, işime aşığım ve hayatla savaşını çözebilmiş bir birey değilim. Yakın zamanda çözebileceğimi de düşünmüyorum. Bunu başarabilmiş insanlara çok imreniyorum ama ben mutluluğa o saflığa ulaşabileceğimi düşünmüyorum. O yüzden de uzun zamandır hayatıma kimseyi almıyorum. Çünkü bunu başarmak diye bir şey var, bunu elde etmek bu kadar basit bir şey değil.
Bu hislerin kutsallığına çok inanıyorum o yüzden de bunu eskitme fikri bencilce geliyor. Yani hala ben eski sevgililerimi hatırlayıp mutlu olabiliyor muyum bir yandan? Evet. Hala acılarını yaşayabiliyor muyum? Evet. Tamam, yeni bir şeyler yaşamak için acele etmeme gerek yok. Zaten şu an yapmam gereken daha büyük işler var. Öyle bir kafadayım. Neden aşk şarkısı yazıyorsun diye sorabilirsin. Şu anda halihazırda bunları yaşamıyor olmam ya da aşkı hayatımın merkezine koymamam ona inanmadığım anlamına gelmiyor. Sadece bakışım değişti artık daha mantıklı bir açıdan yaklaşıyorum.
Konuyu hızlıca değiştirelim şimdi, Umut Kış Getiren’deki “Senle geleceğim”i I’ll come anlamında mı, my future anlamında mı kullandın?
Kutlu (Özmakinacı) abinin bununla ilgili çok güzel bir cevabı var (gülüyoruz). Buna tevriye denir. “Hiçbir yüz güzel değil senin yüzünden”de olduğu gibi. Yani iki anlamı da taşıyor.
Geçenlerde hiç beklenmedik bir anda bir Instagram yayını açmıştın. Sonraki günlerde de Twitch yayını açtın. Bunlara devam etmeyi düşünüyor musun?
Instagram’ı o gün Twitch yayını açamadığım için yapmıştım. Twitch yayınlarını devam ettirmek istiyorum ama orada diğer dijital platformlara göre daha sağlam ekipmanlarla ve yüksek çözünürlükte yapmaya çalışıyorum. Bu aralar fazlasıyla taşınma, konser seyahatleri gibi durumlarla uğraştığım için bu ekipmanlara ve sakinliğe çok ulaşamaz oldum. Fakat yeni yerimde artık yavaş yavaş bir sistem oturtmaya başladım. Artık daha sık şekilde yayın yapmaya çalışacağım.
Şimdi seninle bir şey deneyeceğiz, sana bazı sanatçıların isimlerini söyleyeceğim ve sen de en sevdiğin şarkılarını söyleyeceksin.
Umut Er: Zor
TNK: Söz ve Unutmam Seni
Batu Akdeniz: Sahnede her ne kadar çok çalmasak da Yazık Sana
Gece: Sebebim Yok. Onu ilk dinlediğimde “Herhalde bunu ben yazsaydım aynısını yazardım.” demiştim
Şimdi de senin şarkılarını soracağım, birkaç kelimeyle sana ne hissettirdiğini söylemeni isteyeceğim. En sevdiğim şarkınla başlayalım, Kış Getiren.
Kış Getiren bana güvende hissettiriyor. Ve buruk… Buruk bir güven diyebilirim.
Because of You.
Çok severim.
Yeterli (gülüyoruz).
Ben 2019’un sonunda inanılmaz çalışıyordum. Para kazanıyordum ve kazandığım parayı müziğe yatırıyordum. Günde 3’er saatten 3 iş falan böyle inanılmaz bir tempom vardı. Sonra pandemi kapanması oldu ben aldığım ekipmanlarla kaldım öyle. O dönemde kendi kayıtlarımı yapıyordum ama mix masteringde hiçbir olayım yoktu. Yani primitif bir şeyler biliyordum ama işe dökemezdim. O dönemde başladı işte benim bunları öğrenme sürecim. Because of You da onların ilk şarkılarından biriydi.
Line.
Arkadaşım Ata (Uçak) bir gün konuşurken bana “Bir çizgi var, ilişkilerinde hep o çizgiden yürüyorsun ve o çizgi doğru bir çizgi değil” demişti. Bu cümlesiyle o şarkıya ilham vermişti.
O kadar Sercan’ın adı geçti, İkinci Cadde’den bir şeyler sorayım. Okyanus.
İkinci Cadde’ye başlamamızı sağlayan parçaydı, Okyanus. Biz, kız arkadaşımla ayrılmıştık. O dönemde Sercan’a “Ben çok kötü durumdayım, bir şey yapmamız lazım, benim bu mentaliteden kurtulmam lazım. Lütfen şu albümü benle yapar mısın?” dedim. Ve tüm albümü Sercan’la yaptık.
Beni Bulma.
O da Because of You ile aynı hikayeye sahip aslında. Pandemide plugin’leri denemelerimin sonucunda çıktı. Kime söylediğimi bilmiyorum ama. Zor Bir Yıl’ın içi biraz karmaşık.
Güzel cevaplardı teşekkür ederim. Peki dinleyicilerini neler bekliyor bu dönemde Umut?
Benim biriken çok fazla parçam var. Bunları bekletmenin de bir çözüm olmadığını düşünüyorum artık. Bekletmek derken daha iyi koşullarda, daha iyi zamanlarda yayınlamayı kastediyorum. Ama bunu düşünmek genelde işin aksamasına neden oluyor. Bu nedenle yayınlanmayı bekleyen 40’a yakın parçamı olabildiğince mantıklı zamanlarda olabildiğince mantıklı şartlarda yayınlamak istiyorum. Aralık ayı genel olarak yayın yapmak için mantıklı bir ay değildir. O nedenle es geçeceğimi düşünüyorum. Ama 2024’le birlikte yayınlara devam edeceğim.
Batu’yla Glenn Hughes’un ön grubu olarak sahne aldınız. Nasıl bir deneyimdi?
Son günlerdeki en büyük motivasyon kaynağım diyebilirim. Uniq Açıkhava’da biz ve Pentagram açılışını yaptık. Batu’yla akustik bir set çaldık, 3 beste 3 cover şeklinde. Seyirci de çok güzel tepki verdi. Sahneden sonra Glenn Hughes’un davulcusu gördü bizi, çok iyiydiniz dedi. Biz mutluluktan ölüyoruz o sırada. Ondan sonra Batu’yu kolundan tuttum kuliste odalarına gittik. Glenn abimiz, babamız (gülüyoruz) bize “Çocuklar bayağı iyiydiniz, güzel çalıyorsunuz, böyle devam edin.” dedi. Simon Kirke ile yaptığımız projeden söz ettik biz de. Bizim için çok önemli biri Glenn Hughes. Belki aynı müziği yaptığımız kişiler içinde olmayabilir ama farklı bir gönül bağımız var onunla. Ondan o sözleri duymak müthiş bir şeydi, onur duyduk.
Senin her şeyi yoluna koymuş ve hayatını düzene oturtmuş olduğunu düşünüyordum. Bugünkü cevaplarından çok da öyle olmadığını gördüm. O yüzden şunu sormak istiyorum, büyümekten korkuyor musun?
Korkmak ne kelime? Bugün bunu düşündüm biliyor musun, Datça’dan Dalaman’a giderken “Ben kimim, ne yapıyorum?” diye düşündüm. Ve şeyi fark ettim, galiba benim mindsetim düzgün değil. İnanılmaz bir düzgün olmama değil ama anda kalamıyorum, tek bir şeye odaklanamıyorum. Şu an 26 yaşındayım, yakında 30 olacağım. Korkuyor muyum bundan? Evet, korkuyorum. Ben zaten çok mutlu yaşayan biri değilim, birazcık davam var hayatla. İsyankar olmak değil ama çok mutlu da değilim. En azından sevenlerimin ve sevdiklerimin mutlu olmalarını istiyorum ve elimden geldiğince onların mutluluklarında pay sahibi olmak istiyorum. Bunu yapamayacağımın farkında olmak beni çok mutsuz ediyor. Ve bunun tek sorumlusu yaşadığım yer, bu beni daha da yoruyor. Bazen uyumlanmaya çalışıyorum, gamsız biriyim o konularda biraz. Ama pek mümkün olmuyor bu aralar.
Hiç anlattığın gibi görünmüyorsun.
Yaptığım işlerden dolayı öyle sanılabilir ama inanılmaz zor dönemler geçiriyoruz şu an. Mutsuz olma fikri mantıklı gelmemeye başladı ve orada yaşlanmaya başladığımı hissettim işte. Bu, hayat boyu böyle gidecek demek ki, diye kabullendim. Bir yerin gençlerine böyle hissettirmesi çok acı. O gençlerin çıkar yol bulmak için mutsuzluğu bir kenara itecek kadar metanetli olması daha da acı. Sürekli bir hayatta kalma mücadelesi söz konusu. Ben hiç aklıselim bir durumda oturup bu parçaları yazdığımı hatırlamıyorum mesela. Gerçekten dibine kadar aşk acısı yaşayıp yazdığım bir şarkı yok, hep başka negatif faktörler de besledi beni. Ama baktığında işte ülkemizin standartlarına göre buna hayatta kalmak deniyor. Peki. Ben çok sivri biriydim, 27 yaşında bu kadar eğrildiysem daha neler olur kim bilir.
İçimizi böyle kararttıktan sonra konuyu değiştiriyorum. Sana son zamanlarda kimler ilham veriyor?
Dinlediğinde gözlerinin dolmasına, kahkaha atmana neden olan sanatçılar olur ya bana onu yapan Tesseract diye bir İngiliz progresif metal bir grubu var. Yeni bir albüm yayınladılar, ders niteliğinde bence. Metal müzik için söylemiyorum bunu, bir vokal nasıl bu kadar shape shifter olabilir, hissi ne kadar geçirebilir? Harika bir albüm. Bir de Nothing But Thieves var. Sanırım son 2-3 yıldır dinlediğim en iyi albüm olabilir Dead Club City. İnanılmaz bir albüm, inanılmaz bir iş. Adamları yeni bir Muse gibi bir şey yapmaya çalışıyorlar ve bunu çok güzel bir şekilde işliyorlar.
Bu ara kimleri dinliyorsun?
Noah Gundersen her sene aynı dönemlerde albüm çıkardığı için yine onu dinliyorum. Tesseract’ın inanılmaz ufuk genişleten albümünü dinliyorum. Periphery var, benim değişmezim. Nothing But Thieves’in yeni albümünü çok dinliyorum. Bu aralar 2000’ler rock müziğine döndüm çünkü onlar da diriliyorlar Nickelback örneğin. Stained’in yeni parçaları var, Here And Now mesela acayip seviyorum. Metric diye Kanadalı bir ekip var, Formentera albümleri çok güzel. Tigercub, Royal Blood, bunlar gibi İngiliz rock tabanlı isimleri de çok dinliyorum.
Son olarak, son zamanlarda izlediğin çok sevdiğin bir film var mı?
Film ve dizi izleme konusunda çok kötüyüm çünkü odaklanma problemim var. En ufak bir sekansın sıkıcı gelmesi halinde izlemeyi bırakıyorum. Ama bu sene en keyif alarak izlediğim film The Whale oldu. O kadar dar bir alan algısıyla hikayede tutmak, benim sevdiğim bir metod. Breaking Bad’de de aynısını seviyordum çünkü o karakter olmaya yöneltiyor seni. Ama onu çok daraltırsan izleyici kitlenden feragat etmiş oluyorsun. Niş bir kitleye hitap etmiş oluyorsun. O sanat filmi kafasında da değil, Hollywood asla değil zaten. Bayağı başarılı güzel bir filmdi.
Benim sorularım burada bitiyor Umut, son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?
Bu ara beni çok motive eden bir şey var, çok tatlı gençler var. Ben de gencim ama benden de gençler, Umut abi denilecek seviyeye gelmişim. Onlar bazen “Abi bu işin içinde kesin sen varsın çünkü çok güzel.” “Abi 2000’ler rockçılarını diriltmek nasıl bir şey?” falan yazıyorlar. Bu çok değerli. O yazanlar arasında hala bu yolda ilerlemeye çalışan, bu işe gönül vermiş insanlar varsa onlara “Keep rocking!” demek istiyorum. Çok klişe bir laf ama onun altında anlam derinliği ararsanız o anlamı bulabilirdiniz. İstediğiniz şeyin üzerine gidin. Yaptığınız her şey sizden sonra arkanızda kalacak ve gün geçtikçe daha da değerlenecekler. İnançsızlık içinde boğulmayın.
Çok teşekkür ederim çok tatlı bir röportaj oldu, her ne kadar duygusal açıdan yerden yere vurulsam da… Ama ben kaşındım yapacak bir şey yok. Umarım senin için de güzel geçmiştir. Tekrar yeni şarkılarla görüşmek üzere.
Hayat vurdu ben değil (gülüyoruz). Ben teşekkür ederim yine çok güzel sorular hazırlamışsın çok keyifli bir röportajdı. Kendine çok iyi bak, görüşmek üzere.
Umut’a cevapları için teşekkür ederiz. Siz de Umut’un yeni şarkılarından, iş birliklerinden haberdar olmak isterseniz Umut’u Instagram hesabından takip edebilirsiniz!